Futbolumuzda Rönesans yok
Ferhan Şensoy’un “Falınızda Rönesans Var” kitabına çok gecikmeli olsa da başlayabildim. Farkındaysanız her hafta yen...
Ferhan Şensoy’un “Falınızda Rönesans Var” kitabına çok gecikmeli olsa da başlayabildim. Farkındaysanız her hafta yeni bir kitaptan bu köşede bahsederek okuma geçmişimi de tarihe not düşüyorum, sanki çok gerekliymiş gibi. Gel dikiz ki Ferhan Şensoy’u bir spor yazısında anmak, ancak onun yarattığı üslupla yazılırsa daha normal olabilir nazarımda.
Tesadüfün iğne deliğinden gör, kitaba başladığım günün akşamı yerli ve milli takımımızın maçı vardı. 17 bin küsür kişilik Başakşehir Fatih Terim Stadyumu’nda yaklaşık on bin kişinin izlediği müsabakada konuğumuz Lüksemburg oldu.
Pek güzel ağırlamadık kendilerini, milli marşlarını ıslıkladı tribünü dolduranlar. Hadi bir topun peşinden koşan 22 kişiyi; sinemaya, tiyatroya gitmek yerine bu etkinliklerden çok daha pahalıya patlayan bir şekilde izlemeye gittiniz, ne münasebet milli marş ıslıklıyorsunuz?
Aç parantez, tam da Terim belgeseli çıktıktan sonra milyonlarca kişinin takip edeceği maçı sanki 80 ilde ya da aynı şehirde bilmem kaç tane stadyum varken aynı isimli stadyumda oynatyorsunuz? Zemin kötü, hava şartları kötü, kapasite az, seyirci daha da az, şehrin insanı 8 tane takımını Süper Lig’de izleyebilip futbola doymuşken başka yer seçilemez miydi? Reklam mı yapıyorsunuz, kapa parantez.
Her şeye rağmen kabul edelim ki yerli ve milli takımımız ve millileştirdiğimiz teknik direktörümüz maça diyalektikten uzak bir ilk 11’le başlayınca sinirinizi başka bir yöne çeviremez oluyorsunuz. Memlekette sol ayağını kullanabilen, aynı zamanda defans yapmayı bilen ve hatta kanatta oynasa da olur diyeceğimiz kimse yokmuş, Kuntz bize öğretti.
Daha 8. dakikada Eren Elmalı, Takoz Recep mi ben mi dercesine bir şekilde topu kaleye gönderdi. Yanlış anlaşılmasın, yerli ve milli kalemize... Monark ama bırakın kral ya da prensi Dük’lük olan Lüksemburg’un bize nasıl bu kadar çok gol atabildiğini Søren Kierkegaard mezarından kalkıp gelse izah edemez. Hadi bir şekilde maçın ilk yarısını 2-2 bitirmeyi başardık ama gel dikiz ki liyakatin ıcık cıcık edildiği ülkemizde futbol da nasibini almış, A Milli Futbol Takımı adeta bir Rehabilitasyon Salonu haline gelmiş.
Takımında kadroda yer bulamayan, hocasıyla tartışan kim varsa direkt 11’de ya da hemen yedek kulübesinde perde asıyor. Lüksemburg, Lüksemburg olalı henüz hiçbir büyük turnuvada yer almamış fakat 20 sene önce Dünya Kupası’nda üçüncü olan ülkemizi tam 20 sene sonra İstanbul’da yendi. Hadi bakalım, kim ileri gitmiş, kim geriye?
Ortaçağ karanlığında yanıp kavurulurken Rönesans’ı yaşayıp ilerleme kaydeden Avrupa’nın son tezahürü, istanbul’daki mülteci sayısından daha az nüfuslu bir ülke olan Lüksemburg’un gelip bizi İstanbul’da yenmesi oldu. Son olarak, sürekli tekme yiyen ve futbolun en olmazsa olmazı topun bu işten kazancı ne?