Yeni bir haftadan herkese merhaba!
Yoga için genel tanım olarak beden, zihin ve nefes dengesini sağlamak hepsinin bir ve dengede çalışmasını söyler, görürüz. Beden için yaptığımız asanalarda fiziki bir esneme ve güçlenme sağlarken bir de ruhsal bir farkındalık geliştiririz. Zihnimizi terbiye ederken pranamızı da güçlendiririz. Aslında hepsi yine bir denge içindedir. Peki işin duygular kısmı nerede başlar?
Öncelikle ‘Duygu nedir?’ bunun tanımıyla başlamak gerekir, diye düşünüyorum. Duygu, bireyin ruh halinde biyokimyasal (içsel) ve çevresel tesirlerle etkileşiminden doğan kompleks psikofizyolojik bir değişimdir. Kişiye özgü sağlık duyusunu belirleyen temel faktör olup, insanın günlük yaşamında merkezi bir rol oynar. Duygularımız birçoğu doğuştan değil sonradan kazanılmıştır. Örneğin, doğuştan gelenlere örnek verirsek bunlar seratonin hormonunun salgılanmasıyla gelen mutluluk ilk anne sütüyle tanışmamızda gelir. Kin, nefret hislerimiz sonradan öğrenimlerimizdir. Sorumuza gelecek olursak yoga, içimize döndüğümüz bir yoldur, yolculuktur... Kendimizi tanıdığımız, fark ettiğimiz yaptıklarımızı-yapmadıklarımızı göründüğümüz kendimizi sürekli sorular sorduğumuz bir yolculuktur. Asanalar, dışarıdan bakıldığında sadece bir hareket gibi gözükebilir. Lakin neler yaptıkları konusuna gelince her biri bizim için ayrı kutsaldır. Her bir asanada farklı hisler gelişir. Bunlar sizin yine kendinize söylediğiniz haykırdığınız “Gör Beni” dediğiniz yanlarınız, bazen travmalarınız, bazen ön yargılarınız, eksikleriniz, hayatta kendinizi gördüğünüz ya da göremediğiniz-konumlandıramadığınız yerler olabilir. Örneğin, bir geriye açılma asanasında mesela Ustrasana’yı ele alalım. Bu bazılarımızın geçmişi yâd etmesi, anması, hatırlaması bazen de kalbi blokajlarla dolu, kendini kapatmış, duygusuz, nötr olmuş birinin duygu seline kapılmasına sebep olur. Asana’ya girerken uyguladığımız nefes alma-verme, farkındalık, prananın harekete geçmesiyle ve yükselmesiyle hem bedende bir farkındalık gelişir hem ruhta … Kişi kendisine neler oluyor? Bu bana neden böyle hissettirdi? gibi sorular sormaya başlar. Bir başka yöne geçersek örneğin öne bükülmeleri ele alırsak mesela paschimottanasana’da öfkelenmeler, boğulmalar, sıcak basmaları, aşırı sinir hissi, ağlama gibi duygular açığa çıkabilir.
Peki ya neden?
Hangi duyguları yaşayamadın?
Neleri içine attın?
Kendini nelerle boğdun?
Kime, neye kızacaktın ama yuttun. Öfkeni içine attın. Duygularını akıtamadın. O an ne hissediyorsak üzerinde düşünmemiz, odaklanmamız ve çözümlememiz gereken işte O’dur. Sen ne kadar attıysan bugüne kadar, ne kadar sustuysan, kendini ne kadar görmediysen bedenin ve ruhun, dinlemeyi öğrendiğinde sana hep gösterir. Bir bacak açık öne eğilmede (fizyolojik ve pratiksizlik hariç) ne yaptıysan olamıyorsa belki de biriktirdiğin an’lara, duygulara, olanlara bakmalısın. Kendine koyduğun sınırlara, aklının sana oynadığı oyunlara şöyle bir göz gezdirmelisindir. Belki de o sınırı sen koyuyorsundur? Belki de bırakman gereken bir şeyler vardır. Ya da Bağlanmak istediğin bir şey ihtiyacı içindesindir. Belki de yaşamın kendisini kaçırıyorsundur. Hayattan zevk almayı öğrenmelisindir. Yine en iyi soruları ve cevapları bulacak olanlar kişinin kendileridir.
Her ne kadar günümüzde birçok yoga okulu olsa da hepsinin ortak noktası farkındalıktır. Farkındalık geliştikçe yolculuğumuzda bir asanada dururken geleneksel açıdan irademizi ölçeriz, disiplinimize bakarız. Yolculuğumuz hayatın kendisi haline gelir. Sorularımız her zaman vardır cevap aradığımız. Modern kollara baktığımızda belki bu asanadayken gelir bize. Şu an ne hissediyorsun?
Sağ tarafa ayrı sorarız sol tarafa ayrı sorarız…
Geleneksel olarak elementleri biliriz ama bakış açımız farklıdır. Modern ekollerde bunları yogayla çalışabilir, dengeleyebiliriz. Hepsi aynı yola çıkmıyor mudur aslında?
Modern kollarda uygulanan element dengelerini düşündüğümüzde ateş elementimizi çalıştırırken baktığımızda hep tetiklemek, zorlamak, enerjiyi yükseltmek, açığa çıkarmak vardır. Isınırsın ama asanalarda ortaya çıkan duygularda bahsettiğim gibi hisleri uyandırır. Her asananın dokunduğu, uyandırdığı bir his vardır. Bu bedenin ve ruhun bizimle konuşmasıdır. Kimimiz element der, kimimiz farkındalık, kimimiz çakra, kimimiz kundalini… Bir surya namaskar da bizi tetikler, ısıtır, bazen öfkelendirebilir; bir ateş çalışması da aynı duyguları bize yaşatabilir. Bittiğinde yaşanan farkındalık önemlidir. Bir güneşe selam yaparken geçtiğin yolda öğrendiğin şeyler önemlidir. Sonunda geldiğin dengeli hal önemlidir. Kontrol altına alabildiğin nefesin önemlidir. İstikrarın önemlidir. Pozda nasıl durduğun önemlidir.
Farkındalık arttıkça soruların artar ve cevaplarını bulmaya başlarsın. Gittiğin yolu görmeye anlamaya başlarsın. Yaşamın enerjisini içinde barındırırsın. Kendinle yüzleşmeyi öğrenirsin. İçinde ki karanlığı ve aydınlığı keşfedersin. Sürekli seninle konuşan hayatı duyarsın. Seninle konuşan bedenine kulak vermeye başlarsın. Ruhunu en saf hale getirene kadar kusmasını izler, cevapları arar, bulursun. Akışta ve dengede kalabilmeyi bilirsin. Huzur seninle olur artık.
Tabi ki kolay değil. Aslında bildiğimiz ama unuttuğumuz bir şeyi hatırlamak. Belki hala aramızda bile bir hanumanasana da kendimize hiç soru sormayanlarımız vardır . Ya da uttanasana da dururken dünden farklı bir açıda olduğunda ‘Bugün kendimi neden kapattım, neye kapattım?’ ya da ‘Bugün esnekliğim bu kadar’ diyebilenimiz. Her akışından sonra dönüp önce ruhuna sonra bedenine teşekkür edenlerimiz ne kadar çoğunluktadır ya da… Bir ‘Namaste’nin önce kendine sonra ustana olması ya da…
Toplum tarafından unutturulmuş en büyük şeydir kendimiz. Kendimize saygımız, sevgimiz, tebriğimiz.
Yine toplum tarafından öğretilmiştir ki bizlere susmamız, ahlakımız, doğrularımız, yapmamız ve yapmamız gerekenler, gelenekler-görenekler. Ne oldu ? Konuşmamız gereken yerde konuşamadık, Öfkelendiğimiz yerde içimize attık sustuk, sevindiğimiz yerde zıplaya zıplaya sevinemedik içimizde ukde kaldı, üzüldük belli edemedik kalbimizde sızısı kaldı, istemedik gittik yersiz kaldık, hak etmedik ama eyvallah doğrudur dedik öz saygımızı en derinlere yolladık. Yolladık da yolladık, gömdük de gömdük. Kendinizle ilgili çıktığınız bu yolculukta tüm gömülerin yüzeye çıkması ne kadar normal dimi ? Çünkü belki çok uzun zaman sonra ilk defa ben diyebildin, kendin için bir şey yapabildin, kendine kulak verdin. Kendin kendini dinlemeyi öğrendikçe, kendi ışığının ne kadar büyüdüğünü göreceksin.
İnsanlar kendilerinin farkında olabildiği zaman; huzur onlarla olur. Tüm pınarlar onlar için akmaya başlar. Tüm yaralar iyileşir. Onların yerlerinde çiçekler, ağaçlar açmaya başlar. Zihni dingin bir deniz gibidir. Pranası fark edilebilecek kadar güçlüdür. Farkındalık ve denge bir insanın kendine verebileceği huzurdur.
Tüm güzel ruhların Öz’üne ve Huzur’a kavuşması dileğiyle…