Faili bilinir bir cinayet: Bedrettin Cömert 3
Bedrettin Cömert’in vurulması, sadece dönem aydınları arasında değil; siyaset, sanat ve akademi dünyasında da büyük yankılanmalar bulur. Üniversiteler dalgalanır, siyasetçiler maval okurlar yine kürsü...
“Bir Türkmen kocası söyledi son kez / Hayattan değerli yoktur, bilesin / Ama körpenin, palazın kanıyla kanayan bir yol olduğunda hayat / Asma kendi ışgınını kuruttuğunda / Her Bedrettin ölümle uzlaşır uzlaşılacaksa!
Erdem midir susma, öyle denildi / Ört kepenklerini sıkıca / Sana değmeyene karışma / Yüz alışılmışın sığ sularında / Bilim yumuşak bir döşekse / Bedrettin ayakta
Halk birikir cellat ölür / Zulüm bir başına kalır / İp çürür, kurşun çözülür / Bedrettin yaşamakta
Onlar benlerinin kölesi oldular / Değiller bir kendi sözlerinin bile sahabı / Gülten çok dostu gördün / Kalsınlar sağlıcakla!” (Gülten Akın, “Bedrettin Koçaklaması”)
Gülten Akın bunları yazarken, Cömert’in katlinin üzerinden sadece günler geçtiği halde Özdemir İnce de kaleme sarılır büyük bir öfkeyle. Sözcüklerin sızım sızım sızladığını bu şiirlerden öğrendik.
“Çiçeklere sordum Bedrettin’i / “O bir karanfildir” dediler, / “Kırmızı, yanık kokulu / Durur çağımızın yakasında.”
Çağımıza sordum Bedrettin’i / “Birken iki oldular, otuz, kırk oldular / Yüz oldular, bin oldular, çoğaldılar” dedi / “Tükenmez güzel insanların baharı.”
Kurşuna sordum Bedrettin’i / “Ben bir aracıydım” dedi / “Bütün aracıları gibi yeryüzünün / Kimliksiz, kişiliksiz bir tutsak.”
Ölüme sordum Bedrettin’i / “Gitti” dedi, “Ama yine gelecek / Bir gün tekrar geri dönecek / Ben istemedim, gönderdiler.”
Bedreddin’e sordum Bedrettin’i / “Birlikte geleceğiz,” dedi, “Sûr çalmadan, etiyle, kemiğiyle, soluğuyla halkımızın / Nasıl gittiysek öyle geleceğiz / Eksikli değil ama mutlaka fazla.”
Sormam artık kimseye Bedrettin’i / Bedrettin böyle konuştuktan sonra / Nasıl gittiyseler öyle gelecekler demektir; beden dağılmıştır belki yok olmuştur suret / Ama tükenmez bir cevherdir onların baharı: etidir, kemiğidir, soluğudur halkımızın.” (Özdemir İnce, “Bedrettin Cömert, Tükenmez Güzel İnsanın Baharı”, Ankara, Temmuz-Eylül 1978)
Özdemir İnce, 16 Mayıs 2014 tarihli, “Bedrettin Cömert’i Acı Hatırlamak” adlı yazısında içimizi yıllar sonra bir kere daha kanatan bir saptama yapar: “Bedrettin’i öldürenler, günün birinde eceliyle ölebilecek birini öldürmediler, Türk ve dünya kültür hazinesine de büyük zarar verdiler. Bunu düşündükçe: Bedrettin’in katillerinin Ephesos kütüphanesini yakan Herostratos rezilinden daha aşağılık yaratıklar olduğunu anlıyorum.”
Son derece dramatik ve toplum vicdanını çok derinden yaralayan bir ölü yatmaktadır şimdi boylu boyunca. 38 yaşında genç bir ölü! Bedrettin Cömert!
“O gece Hasan Hüseyin (…) yanında uyumadan bekleyen arkadaşlarının adlarını sık sık sayarak avunma arıyor gibiydi: Akın Çubukçu, Mustafa Ekmekçi, Yücel Kanpolat, Hüseyin Deniz, Gürler İliçin, Yılmaz Gümüşbaş, Remzi İnanç, Selçuk Altan… “
Öldürülmesinden 2 gün sonra cenazesi kaldırılır Cömert’in. 13 Temmuz 1978, Perşembe günü! Genç ölü Maltepe Camii’nden kaldırılıp, Karşıyaka Gömütlüğü’ne defnedilecektir. Ankara böyle suskun bir öfke görmemiştir o güne dek! Böyle bir kalabalık, böyle bir keder, böyle bir…
Azime Korkmazgil, cenazede acısından düşüp bayılacak kadar kendisini kaybeden Hasan Hüseyin’i ve o acılı günde olanları şöyle anlatır:
“Bize öyle geldi ki, Hasan Hüseyin’le bana, her yer insan doluydu; bize öyle geldi ki, Hasan Hüseyin’le bana, herkes ağlıyordu! (…) Kalabalıkta, bir ara yine yan yana düştük Hasan Hüseyin’le. ‘Tören’in, Beytepe bölümünde miydi; bir binanın tenha duvar dibinde, Bedrettin’in arkadaşı Emre Kongar, dile gelmez bir yalnızlıkla, hıçkırıyordu. Baktık, o da baktı; tanıyamamış gibiydik birbirimizi. Beytepe’den Karşıyaka’ya hıncahınç otobüslerle gidildi. Birinin içinde şoförün yakınında, tek ayaküstünde yer alabildik biz de. Kızlı erkekli, salkım saçak taşıtın kapıları kapatılamadı ve çok yavaş yol alınıyordu. Temmuz sıcağı, toz, gözyaşı ve ölüm sessizliğinin üzerine birden; genç, fakat unutulmaz toklukta bir ses yayıldı: En arkada ayakta, bir üniversite öğrencisi; Hasan Hüseyin’in ‘Kızılırmak’ nehir-şiirini; ağır bir oratoryoyu seslendirir gibi, vakur, çok acıtan bir tonla ve çoğul yankılarla, bellekten okudu… O günden sonraki aylar ve yıllar boyu, daha ne kadar yaşadıysa Hasan Hüseyin; artık yaşantımızda hiçbir şey, eskisi gibi olmadı.”
O gün defin töreninde olan İsmail Gençtürk de, küçük ama canımızı acıtan bir ayrıntıdan söz eder. Der ki; “Yumruğunu sıkıyor, “Bunun hesabını soracağım Bedri” diye bağırıyor, sonra gözlerinden yaşlar boşanıyordu Hasan Hüseyin’in.” Ne çaresiz bir an! Ne ağır bir yük! Can gitmiş be, caaannn!
Sonra o zor günlerinde Hasan Hüseyin’in nasıl ayakta kaldığına dair bazı ayrıntılardan söz ediyor Gençtürk: “Bedri’nin şiirini yazacağım. Bu acıyı kâğıda dökmem gerek. Yoksa dayanılır gibi değil! En güzel, en verimli çağında, vay namussuzlar vay!”
“...Evet ama kardeşim bir şeyler deyin bana / evet deyin hayır deyin olamaz deyin / susmayın beklemeyin bakmayın yoklamayın / bir şeyler deyin bana / saz çalın bardak kırın kavga edin örneğin / değiştirin bir şeyleri vazgeçin bir şeylerden / durdurun bir şeyleri başlatın bir şeyleri / kardeşim / bir şeyler deyin bana / bir kocaman kelebekti kardeşim bedri / baharla doldururdu karakışta bahçeleri / savruldu nakışları o güzel kanatların / bereketli bulutlar yağmadan geçip gitti / nerde şimdi nerde şimdi o bedri nerde / düşüverdi yanlarına yazan elleri / evet ama kardeşim bir şeyler deyin bana / vurun kırın bir şeyleri yakın yıkın kardeşim / o nakışlar o kocaman kanatlara / bir daha vurulmaz ki / çağırmakla dönmez ki giden bulutlar geri / ne oldu birdenbire nere gitti koca bedri / yani şimdi susturdular öyle mi / susturdular o ağacı susturdular o denizi o evreni susturdular öyle mi / yani şimdi kapattılar o güneşli pencereyi öyle mi / peki ama kardeşim bir şeyler deyin bana / susturun sessizliği konuşturun aydınlığı kardeşim / davul çalın horon tepin kurşun atın örneğin bir şeyler deyin bana / ne koydular yerine o kocaman boşluğun / ya nereye yazdılar bu koskoca puştluğu / evet ama kardeşim bir şeyler deyin bana / 11 Temmuz acısından / kurtarın beni!” (Tohumlar Tuz İçinde, “Kötü Bir 11 Temmuz” adlı şiir, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bilgi Yayınevi, Nisan 1988, sayfa 148-149)
Hasan Hüseyin, bilindiği üzere, Bedrettin Cömert’in mektuplarını, şiirlerini “Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak” adıyla kitap olarak yayımlar. 1979’da! İki yıl sonra da, Cömert’in sanat yazıları ve kuramsal notlarını topladığı “Eleştiriye Beş Kala” adlı kitabı ulaştırır okuyucuya. (Meraklısına Not; Kitabın adı, Bedrettin Cömert’in, 1973 yılında yazdığı bir makalede geçen söz öbeğinden alınmıştır.)
Eleştiriye Beş Kala kitabı, kırk altı yazıdan oluşmuş, 333 sayfalık bir kitaptır. (Ayko Yayınları, Ağustos 1981) Bedrettin Cömert’in İtalya’da öğrenci olduğu günlerden, öldürüldüğü güne dek yazdıklarından, Hasan Hüseyin tarafından seçilmiş kırk altı yazı… Kitabın upuzuuun önsözünde, iki sanat adamının dostluğuna dair ayrıntıları görür okuyucu. Eli yüreğinde girer kitabın sayfaları içine.
“… Yıllardır çalışmakta olduğum dergi (*Şair Akis’ten söz ediyor ), 31 Aralık 1967 günü kapanınca işsiz kalmıştım. Ocak ’68 ortalarında “belki” yaşatırım umuduyla Forum dergisinin yazı işleri yönetmenliğini yüklenince, ilk işim Bedrettin Cömert’e mektup yazıp yazı istemek olmuştu. Bedrettin Cömert dostluk simgesiydi. Verdiği sözü yerine getirmediğini görmedim ben (…) hiçbir zaman yalnız bırakmadı beni. “İki eli kanda” da olsa yazıp çevirip yollamaktan geri kalmadı.”
Evrensel Yayınları’nın 1979 yılının Haziran ayında bastığı “Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak” adlı kitapsa iki bölümden oluşur: Birinci bölüm “Mektuplarda Kalan” ve İkinci bölüm “Şiirlerde Kalan” adıyla düzenlenmiştir. Kitap Cömert’in 81 şiir çalışmasını kapsar ve 168 sayfadır. Kitabın içindeki Bedrettin Cömert şiirlerden biri Temmuz’da öleceğini bilen bir önbilici gibi dehşete düşürür okuyanı.
“Vazgeçebilir miyim doğanın kımıltısında bir böcek gibi solumaktan / Kışın yağmura yazın maviye bulanmaktan vazgeçebilir miyim (…) Islak rüzgârlar fırlıyor köşelerden / Alıp duvarları içime yüklüyorlar / İçim sıcak bir Temmuz’da kalıyor / Taze bir ceviz gibi ezgin yüreğim / Özlem dolu trenlerde elime akıyor.” (Bedrettin Cömert, “Her Şeye Karşın” şiirinden alıntı… Bu şiirin tamamı, 15 Nisan 1969 tarihli Forum dergisinin 361. sayısında yayımlanmıştır.)
Bu kitabın en çarpıcı yanı belki de, birinci bölümün bitip ikinci bölümün başladığı yerde Hasan Hüseyin’in yazdığı paragrafta gizlidir. 1979 yılının Mart ayında yazılan bölüm şöyle biter: “İnsanoğlunun dramı şurada; ben sanırdım ki, daha doğrusu düşünürdüm ki, benim yazılarımı, notlarımı, mektuplarımı Bedrettin Cömert kitaplar haline getirmek zorunda kalacak. Bu görevin bana düşmesi ne acı!” (Bedrettin Cömert, “Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak”, Evrensel Yayınları, Haziran 1979, Düzenleyen: Hasan Hüseyin, sayfa:54)
Hakkında sayfalar süren inceleme yazılsa da eksik kalacak bir konudur Hasan Hüseyin Bedrettin Cömert ilişkisi. Biz bu sınırları belli yazımızı, Hasan Hüseyin’in; ilk baskısı Ekim 1981’de Bilgi Yayınevi tarafından yapılan “Acılara Tutunmak” adlı kitabının 47. sayfasından başlayıp 58. sayfasında biten “Sonuçsuz Bir Telefon Konuşması” adlı şiiriyle bitirelim. Şiir; Hasan Hüseyin’in Bedrettin Cömert’i telefonla araması şeklinde kurulmuş. Hiç içki içmeyen ama çayı sınırsızca içen Bedrettin Cömert’i dostlarla bir akşam yemeğine çağırmaktadır şair.
“bak bedri dinle beni / dinle beni iki gözüm kardeşim (…) akın diyor ki bedri halt etmesin, gelsin diyor / gelsin de söyleşelim / bırak şimdi çalışmayı, hacettepe’yi / kemal’i de yatır artık be kuzum / yatsın kerata / sen dünyanın en iyi / sen dünyanın en doçent / sen dünyanın en baba babasısın be bedri
bak şimdi dinle beni / agostina kızmaz bana / boş lafı bırak / hem kızacak ne var bunda be bedri / kadın değil, kumar değil be gözüm / biraz müzik / biraz sanat / biraz da laklak / hepsi bu / geleceksin değil mi / geliyorsun değil mi / gelmelisin mutlaka / bırak şimdi gülmeyi de evet de / hadi bedri / evet de / çok da güzel çay demledim tam senlik / vallahi çiçek gibi (…) geliyorsun değil mi / geleceksin değil mi / gelmelisin mutlaka / domates, yeşil biber, maydonoz / diri diri / kütür kütür / tam senlik / ekmek de taze bedri / ekmek de be kardeşim, ekmek de / biz rakıya vuracağız besbelli / sen çaya yumulursun / ne yaparsın be bedri / arada bir çekmeden de olmuyor / olmuyor be kardeşim olmuyor / şu dinine yandığımın dünyası / baka baka içine gözlerimizin / ediyorlar içine günlerimizin (…)
hadi, hadi atla gel / bekletme bizi / yücel’i bilmez misin be bedri / doktor değil mübarek / gecikmiş tanrı / çay devirir bardak bardak / üstüne rakı / anlatırken sanırsın ki incesazdan hüseyni / ak gömleği geçirmesin sırtına / hipokrat andı / bir de bahar bahar gülmez mi sana / al başını çık dağlara / yücel’i bilmez misin be bedri / sâfi tümör celladı / kızdırmasın gelsin diyor / ‘bin kelleyi bir cidaya dizerim kızarsa beynim’ diyor / gürler’se çoktan yerleşti enformasyon füzesine / yıldızlar arasında mekik dokuyor / yüreğimi çıkartmış koymuş masaya / beynimi çıkartmış koymuş masaya / insan denen karmaşığın dibini kurcalıyor / hayır hayır / buz koymuyor rakısına filozof doktor / dna kullanıyor / bana öyle geliyor ki azizim / dna da az gelecek böyle giderse / bizimkinin hızına
gürler’i bilmez misin be bedri / alıyor da yüreğini insanın / yerine bülbül yerleştiriyor / bu hekimsel coşkunluğa gülüyor akın; ‘allah be! ‘ diyor / akın’ı bilmez misin be bedri / simyacılık uzmanı, lokman çömezi / yeni dönmüş dağlardan güneş kokuyor / bol bol ot toplamış, keyfi yerinde / “lokmancılık oynuyoruz aman be abi” deyip deyip emiyor aslan sütünü / anasonla koklaşıyor kadehinde.
of be, of be / amma da sakızlattık sözü be / pavese de senin olsun / maronetti de / hadi artık, bırak artık, bırak şu çalışmayı / kant da kalsın bu gecelik / sossür de / della volpe de / yahu bırak kroçe’ yi bedri be / çaydanlıkta su kalmadı kardeşim / bitirdi rakıları bu doktor gürler
alooo / sesin gelmiyor bedri / kemal sen mi oynadın bu telefonla? / banyoda mı baban yavrum / dönmedi mi dedin daha / dönmedi mi beytepe’den / kemal yavrum, babanı istiyorum / baban yavrum baban yok mu? / baban kemal, baban yavrum, nerde babacan?
bak bedri dinle beni / akın diyor ki bedri / alooo? / yücel diyor ki / aloooo? / gürler diyor ki bedri / aloo? / sesin gelmiyor bedri / bedri sesin gelmiyor / sustur şu gürültüyü / sustur şu asansörü / şu radyoyu, şu müziği, şu kenti sustur bedri / alooooo! / alooooo! / kemal sen çık aradan / ergun oğlum baban nerede? / ben hüseyin, agostina / agostina, ben hüseyin! / kuzum neden yoksunuz / neden kimse konuşmuyor bu telefona?
Sıfır bir dinle beni / sıfır üç dinle beni / heey PTT nerdesin? / sıfır iki nerdesin / bozukluk var nerdesin / konuşmuyor nerdesin? / sıfır sekiz, sıfır dokuz / ahmet, mehmet, roma, berlin, moskova / ses vermiyor ankara / ses vermiyor nerdesin?
sen bakıver gürler şuna / sen bakıver yücel şuna / akın, şuna sen bakıver kardeşim / ses vermiyor bütün dünya / ses vermiyor nerdesin? / yoruldum be çocuklar / bunaldım bağırmaktan / kocaldım be çocuklar…
unuttum neresiydi / bilmiyorum nerdedir / nasıldır bilmiyorum / bir yerler vardır elbet / bildirin bir yerlere çocuklar / ‘geceler bozuk’ deyin / ‘gündüzler bozuk’ deyin / yaşamak be çocuklar / ‘yaşamak bozuk’ deyin / bildirin bir yerlere çocuklar / aylara, yıldızlara, mars’lara, merih’lere / bir bilen yok mu sorun / bir gören yok mu sorun / sorun bedri kardeşi / ne de güzel çay yapmıştım / ne de güzel peynir vardı /ekmek de taptazeydi…
o akşam beş kişiydik orada / biri Gürler İliçin’di biri o / biri Yücel Kanpolat’tı, biri o / biri Akın Çubukçu’ydu, biri o / biri bendim, biri o…
o akşam dört kişiydik orada/ beşinci yok / Bedrettin yatıyordu Karşıyaka’da; kurşun yemiş, karnı tok”
(11 Temmuz 1979, Ankara, Hasan Hüseyin Korkmazgil)
BİTTİ