Edebiyatımızın gelenekten beslenen feneri: Sabahattin Ali
Yazar Halil Genç, Sabahattin Ali’nin toplumsal gerçekçilik alanında kendinden sonraki kuşağı da öne...
Yazar Halil Genç, Sabahattin Ali’nin toplumsal gerçekçilik alanında kendinden sonraki kuşağı da önemli ölçüde etkileyen bir kalem olarak edebiyatımıza yol göstermeye devam ettiğini söyledi
Halil Genç, öykü ve roman alanında ortaya koyduğu eserler kadar Türk edebiyatının birikimi hakkında yaptığı araştırmalarla da adından söz ettiren bir isim. Türkiye’nin farklı kentlerinde yaptığı konuşmalar ve sunumlar edebiyatımıza dair tartışmalara ciddi katkılar sunuyor. Geçtiğimiz günlerde İzmir’de Sergül Okay Sanat Galerisi’nde Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” adlı romanı ile ilgili bir söyleşiye katılan Genç ile edebiyatımızın bu önemli ismini konuştuk. Genç, “Yazmak isteyen herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm el feneridir Sabahattin Ali” dedi.
-Halil Bey öncelikle bir yazar olarak Sabahattin Ali'nin sizin için neyi ifade ettiğini sormakla başlamak isterim. Yazınsal çalışmalarınızda sizde dolaylı ve dolaysız etkilerinden söz eder misiniz?
Sabahattin Ali'yi ortaokul yıllarımda okumaya başladığımı net olarak hatırlıyorum. Kitabın adını da, Varlık Yayınları’ndan cep kitabı büyüklüğünde; Değirmen, Dağlar ve Rüzgâr. Sanıyorum sonraki baskıların hiçbirinde bu üçü bir arada olmadı.
Canlı, güzel bir dil ve etkileyici bir üsluptur Sabahattin Ali. Karamsar değil, iyimser bir anlayıştır. Yalın bir anlatımı vardır ve dili, konuşma diline yakındır. Yerel konuları işlese de yerel sözcükleri fazla kullanmaz. Dolaylı anlatımlara yer vermez, gelenekten beslendiği söylenebilir. Köylü ve Anadolu insanı onun kaleminde dost canlısı, folklor zengini, iyiyi arayan olarak karşımıza çıkar.
Yazmak isteyen herkesin, okuması gerektiğini düşündüğüm el feneridir Sabahattin Ali.
-Sabahattin Ali, gazetecilik, şiir, roman, öykü, deneme dâhil neredeyse her alanda ürün vermiş bir yazar. Onun bu çok yönlülüğünü besleyen dönemsel ortamdan söz edecek olursak neler söylersiniz?
Babasının asker olması nedeniyle çok yer değiştirmiş; eğitimine İstanbul, Çanakkale ve Edremit’te devam etmek durumunda kalmıştır. İlkokul yıllarında Edremit’tedir ve Edremit Yunan işgali altındadır! Küçük Sabahattin hayaller kurmayı seven ve bu hayalleri gerçekleştirebilmek için delilikler yapmayı göze alabilen yaratılışta bir çocuktur. Babası malulen emekli edildiği için, küçük Sabahattin bir yandan evin geçimine katkı sağlamaya çalışacak, bir yandan da okulunu sürdürecektir. Akranlarının oynadıkları oyunlar ve aralarındaki ilişkiler sığ geliyor Sabahattin Ali’ye. O ha bire okuyor, resim yapıyor ve kitapların dünyasında kendine yeni dünyalar yaratıyor. Daha o yaşlarda, neredeyse bir düş yumağıdır Sabahattin Ali.
Ortaokulu Balıkesir’de yatılı olarak okur ve bu yıllarda arkadaşlarıyla birlikte bir okul gazetesi çıkarmaya başlarlar. İlk şiirlerini, ilk öykülerini bu gazetede çıkardığı biliniyor. Yine bu yıllarda Balıkesir’deki ve İstanbul’daki dergilere şiirler ve öyküler göndermeye başlıyor.
Savaş yılları olduğu için sıralı, düzenli bir eğitim akışı yok ve İstanbul da işgal altında. Sabahattin Ali İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun olduğunda henüz 20 yaşındadır. Bu arada fakültede, sonraki yıllarda çok değerli sanat edebiyat eserleri ortaya kayacak olan nitelikli bir arkadaş grubunun da içinde bulunuyor.
Anlatmak istediğim Sabahattin Ali, aksak olarak sürmüş olsa da, eğitim yaşamında büyük ölçüde kendi çabalarıyla, arkadaşlık etkileşimleri sonucu olarak önemli bir donanıma ve birikime sahip oluyor.
1929’da girdiği Resimli Ay mecmuasında Nazım Hikmet’le tanışması ve Resimli Ay ortamı da, Sabahattin Ali’ye büyük katkı sağlayan, yeni ufuklar açan kaynaklardandır. Yozgat ve Konya’daki öğretmenlik zamanları, yirmi üç yaşında Sinop Cezaevi ayları, Sabahattin Ali yazınında derin yarılmalar yaratır. Bu kısacık birkaç yılda kasaba eşrafıyla, yoksul köylülerle, yokluk ve açlık sınırlarında yaşayan insanlarla tanışır ve onların çarpıcı gerçeklikleriyle bir arada yaşar. Sabahattin Ali’nin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya gitmişliği, iki yıl orada kalmışlığı ve dönüşünde Almanca öğretmenliği, Devlet Konservatuvarı’nda çalışmışlığı da var tabii.
Yasaklar tartışmayı engelledi
-Sabahattin Ali'nin 41 yaşında öldürülmüş olmasının politik yönü çokça tartışıldı ancak bize göre bu erken ölümün edebiyata bıraktığı bakiye yeteri kadar tartışılmadı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Sabahattin Ali uzun yıllar yasaklı kalmış bir yazarımız. 1948’den ‘67’ye kadar tek bir kitabı bile basılmamış. Oysa zaman dilimi, edebiyatımızın parlak dönemlerindendir. Eleştirinin sahici anlamıyla var olduğu ve yazarlara, eserlerin gelişimine yön verdiği verimli dönem. Edebiyat dünyasındaki tartışmalar yeni eserlere kapılar aralarken, birbirinden değerli yazarlar bu tartışmaların, yönlendirmelerin ve açılımların ışığında nitelikli eserler yayımlamışlardır. Yine o dönem, toplumsal değişmelerin hız kazandığı, hızlı göçün yaşanmaya başlandığı, bunlara paralel olarak siyasal çalkantıların büyük ivme kazandığı zamanlardı ve Sabahattin Ali ismi, ne yazık ki yasaklıydı. Oysa onun ‘30lu, ‘40lı yıllarda yazdığı öyküler, romanlar, şiirler birçok sanatçı tarafından az bilinmiş ve olgunlukla tartışılamamıştır.
Kürk Mantolu Madonna’nın değeri
-Geçtiğimiz günlerde İzmir'de "Kürk Mantolu Madonna"yı merkeze alan bir söyleşiye katıldınız. Sabahattin Ali külliyatı içinde özellikle bu romanın son 20 yılda öne çıkmasının en önemli nedeni sizce nedir?
Sabahattin Ali’nin “büyük hikâye” dediği “Kürk Mantolu Madonna” romanı ‘40lı yılların başında yayımlanır. Ürkek, mahcup, içine dönük, insanlarla iletişimsiz, uyurgezer bir görüntü içindeki Raif’in yaşamına odaklanan roman, çok başarılı psikolojik çözümlemelerin yapıldığı bir içeriğe sahiptir. Bugün edebiyatımızın önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen romanda, olmayan evrensel değer yok gibidir. Aşk, özleyiş, vuslat, yalnızlık, çaresizlik, bekleyiş, tükeniş, yokluk, hiçlik, şefkat, dürüstlük, karamsarlık, pişmanlık, vicdan azabı, mutluluk, takıntılı olma, kırılganlık, ayrılık ve ölüm… Romanın kaç baskı yaptığının ve kaç on bin sattığının bilinebileceğini sanmıyorum. Edebiyat tutkunu olsun olmasın ve hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun her türlü insanın kitabı biliyor olması, kendi yarattığı bir etkidir.
Kürk Mantolu Madonna’nın bu kadar benimsenmiş ve sevilmiş olmasının nedenlerine bakılacak olursa, söylenecekler yine çok, çeşitli ve kapsayıcıdır.
Romanın arayışlarından biri, ‘gerçek aşkın karşılıklı olarak, hesapsız yaşanabileceği’dir. Maria Puder açık sözlülüğüyle, Raif Efendi sözünün eri olmakla bunu ortaya koymuşlardır.
‘İnsan ruhundaki eksikliğin ancak aşk ile tamamlanabileceği; şu ya da bu şekilde kesintiye uğrayan aşkın, insan ruhunda büyük boşluklar yaratacağı, sarsıntılara yol açacağı’ kitabın öne çıkan tartışmalarından biridir. Hangimiz, aşk arayışı içinde olmadık ki?
Yine Kürk Mantolu Madonna, küçümsenen, hor görülen, basit-sığ bulunan, bakıldığında sıradan gözüken insanın, ne kadar zengin iç dünyası olabileceğini göstermesi bakımından güzel ve çarpıcı örneklerdendir...
Romanın belli başlı özelliklerinden biri de, insanın içsel yalnızlığının ve kendine yabancılaşmasının okuyucuya net olarak hissettirilmesidir. İçses anlatımları, kahramanların aralarındaki konuşmalar çok başarılıdır.
Bilgi-iletişim eksikliğinin, önyargıların yol açtığı peşin hükümlülüğün insan yaşamında ne büyük yaralar açabileceği ve yıkımlara neden olabileceği, romanda başarıyla ele alınan diğer konulardır.
Kürk Mantolu Madonna’daki aşk haset içermez, yıkıcı değil kucaklayıcıdır; bencil değil paylaşılandır.
-Sabahattin Ali'nin üç romanı arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa en belirgin benzerlik ya da bağ nedir?
Sabahattin Ali iyi bir gözlemcidir ve yaşadıklarını, duyup dinlediklerini edebi bir dille harmanlamakta çok başarılıdır.
Toplumsal gerçekçiliğin ilk başarılı örneklerinden sayılan “Kuyucaklı Yusuf”, aynı zamanda Sabahattin Ali’nin tanınmasını sağlayan eseridir. 1937 yılında basımı yapılan roman, başka romanlara da kaynaklık etmiştir. Roman 1900’lerin ilk yarısında 12 yıllık bir süreyi kapsar. Meşrutiyet döneminde Edremit’in görünümü, toplumun yapısı, devlet idaresinin ve kanunların eşraf karşısındaki geçersizliği, zenginlerin egemenliği, halkın kimsesizliği ve çaresizliği, sağlam bir temele dayanmayan ailelerin çöküşü gibi konular arka planda başarıyla yansıtılır.
1940 yılında yayımlanan İçimizdeki Şeytan, hem bir aydın eleştirisi olarak hem de toplum eleştirisi olarak okunmalıdır. Aydın ya da cahil, fakir ya da zengin, kim olursanız olun insan, içinde, adına şeytan diyebileceğiniz kötülük nüveleri taşır ve bu nüveler, belirli koşullarda kendini çoğaltabilir, açığa çıkabilir. Sabahattin Ali, aczin, tembelliğin, iradesizliğin, bilgisizliğin birer şeytan olduğuna; en korkunç olanınsa, insanın, içindeki bu gerçekleri görmekten kaçmak eğiliminde olmasına vurgu yapar.
Ali bu kitabındaki yazdıklarıyla hedef tahtasına oturtulmuş, iktidar erkânını hicvetmekle hatta küçük düşürmekle suçlanmış, hakkında davalar açılmıştır.
Kitap olarak 1943 yılında yayımlanan Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali’nin, huzur ve rahatlık içinde çalışabildiği sıralarda ortaya çıkan sanatçı kişiliğinin en değerli verimi olarak kabul edilir. Ali’nin, devletle barışık, kendini güven içinde hissettiği dönemlerde romantizmin ağır bastığı, duygulu ve etkileyici eserler vermesinin kanıtı olarak gösterilir. Bu romanının toplumsal arka planının zayıf kalması, eleştiri konusu yapılabilir.
Üç romanın birer küçük analizini yapmaya çalışmamın nedeni, aralarındaki bağın ve ilişkinin kolayca görülebilmesini sağlamaktır. Bu toplam incelendiğinde ortak özellikler pek az. Zaten Kürk Mantolu Madonna, diğer iki romanından da ayrı yerde durur. Dil ve üslup, anlatımdaki yalınlık ve akış, kişilik çözümlemeleri, kurgulardaki bütünlük tüm eserlerinde göze çarpan ortak özelliklerdir.
Eserlerindeki aydın eleştirisi
-Yazar, toplumcu-gerçekçi roman açısından nerede duruyor? Ardıllarını nasıl etkilemiştir?
Sabahattin Ali yazın hayatına şiirle başlamış, daha sonra roman ve hikâye yazmaya yönelmiştir.
Edebiyat çevreleri, Ali’nin, birçok öyküsünde kendini bir şekilde yansıttığını hatta kendi aydın eleştirisini yaptığını savunmaktadır. Hayal gücü alabildiğine geniş, delilik derecesinde gururlu, tutarsızlıklar içinde bocalayan, kabına sığmayan öykü ve roman kişilikleri, Sabahattin Ali’nin ya kendisidir ya da eleştirdiği aydın tipidir. Ele aldığı ve betimlediği karakterler; bulunduğu ortamlardaki insanları, âmirlerini, arkadaşlarını küçümseyen ve horlayan; çevresinde düşmanlıklar, kinler, kıskançlıklar yaratan, dengesiz, olumsuz, ilişki kurmakta zorlanan kişiliklerdir.
Sabahattin Ali’nin, çatışmalara düştüğü, saldırılara uğradığı dönemlerde mücadeleci, sert, hatta saldırgan bir gerçekliğe yöneldiği görülür.
Roman ve öyküleri, konularını Anadolu halkının ve Anadolu köylüsünün yaşamından, toplumsal eşitsizliklerden alır. Eserlerinde, aydınların köylüleri küçümsemelerini kıyasıya eleştirmiştir.
Betimleyici yönü çok güçlü olan Sabahattin Ali, ilk öykülerinde dış gözlemlerin etkisinde kalmış, sonraki yazdıklarında ise toplumsal gerçekçiliğe yönelmiştir. “Halkçı bir edebiyatın ancak realist olabileceği, izaha ihtiyaç göstermeyecek kadar açık bir hakikattir. Benim için yalnızca hayat ve insan vardır” diyen Sabahattin Ali tüm eserlerinde etkili mesajlar vermeyi amaçlar. Ancak bunu yaparken okuyucunun gözüne sokmaz.
Sabahattin Ali’ye göre sanat bireysel olmaktan çok, toplumsal bir olgudur. Sanatın da bir mücadele olduğuna, bütün insanlığı daha doğruya, daha iyiye ve daha güzele götürmek için hizmet etmesi gerektiğine vurgu yapar. Bu gerekliliğin yerine getirilebilmesinin tek koşulu ise, sanatçının gerçekçi olmasıdır.