Doğa ananın gözü üstümüzde
Şimdi insanın ormanda yeri yok diyeceğim. Yok derken altını doldurmak lazım geliyor. Biliyorum... İnsan ve orman kavramlarını incelemek gerekiyor. Yüzlerce, binlerce yı...
Şimdi insanın ormanda yeri yok diyeceğim. Yok derken altını doldurmak lazım geliyor. Biliyorum... İnsan ve orman kavramlarını incelemek gerekiyor. Yüzlerce, binlerce yıldır olduğu gibi pek çok düşünürün yaklaştığı gibi ele alalım mı konuyu? İnsan var olma mücadelesinde daha uzun yaşayabilmek için her daim doğaya tahakküm kurmaya ‘çabalamış.’ Kurmaya çalıştığı bu hükümdarlıkta gezegenin ötesine gitmeye çalışmış, bilgiyi aktarmaya, gücü elde etmeye yani kısacası yol yapacaksa ağaçları kesmeye niyetlenmiş.
DOĞA SEVGİSİ BİLE SATILIK
Şimdi insan doğaya karşı açtığı bu savaşta nitekim bir noktada yarattıklarının sonuçlarıyla acı acı karşılaşmaya başlayınca, doğayı koruması ve içinde kendine yer edinmesi gerektiği bilincine varanların varlığıyla biraz olsun umut ışığı doğmuş. Lakin kapitalizm öyle ki, doğa sevgisini bile bir ürüne dönüştürebiliyor. Oysa ormanlar ve tüm sistemleriyle doğa, anne gibidir. Verir, gitmesi gereken gider, işleyişi bozulmaz bir denge unsuru, yaşam kaynağıdır. Ayrıca tüm bu çabalar beyhudedir, doğa annenin gözü hep üstümüzdedir. Bir küçük sarsıntısıyla yok olmaya mahkumuz aslında. Şimdi doğayı, hayvanları sevenlere bakınca evlerinde küçücük böcekleri bile istemeyen bir tür haline geldiklerini görüyorum. Evlerine kül dökülünce 'ayy ayy' nidaları ile yerleri süpürürken, sahillerde attığımız ve evlerini mahvettiğimiz canlıları düşünmez bir tür olduk. ‘Ben çöp atmıyorum ama atana da karışmıyorum’ diyenlerin, yeşil sukulentlerle evini süslediği bir dünya yalanına dönüştük. Sahi ne oldu bu arada? Tüm o kocaman kocaman şirketlerin yeşil dünya reklamları yalan mıydı? Hani sürdürülebilir dünya? Sokağa çıkıp birinin avaz avaz ‘Evin gibi kullan!’ demesi mi gerekiyor? Evet yalandı... Kapitalizm doğa sevgisini de pazarladı.
DÖNGÜYÜ BOZDUK
Bu pazarlamanın acı tablosunu kendi yaşadığım ülke penceresinden aktarmak gerçeği gerekli geliyor. Geçen yıl Marmaris bu yıl ise İzmir, yangınların kurbanı olmaya devam ediyor. Her yıl kurbanı olunan bu yangınların, her geçen sene artacağını söylemek için profesör olmaya gerek yok! Yağmurlar azalır, azalırsa orman yaza kuru gelir. Kurursa yanar, yanarsa yanar... Yandıkça yağmur azalır. Yani bu döngüden insan olamadığımız sürece kurtulamayız.
‘İNSAN OLAMIYORUZ’
Orman Genel Müdürlüğü (OGM) kayıtlarına göre Türkiye’de; 1998 - 2020 yılları arasında çıkan yangın sayısına göre yanan alan miktarında bir azalma gözlenirken, buna karşılık yangın sayılarında ise büyük bir artış olduğu sonucunu okuyoruz. Ha bir de orman yangınlarının yüzde 92’si insan kaynaklı olduğu dikkate alındığında parçacılık ile orman yangınlarının sayısı arasında doğrudan bir bağlantı olduğu dikkatimizi çekiyor. Şimdi 2021 yılında Türkiye tarihinin en büyük orman yangınları meydana gelmişken 21 Haziran’da başlayan ve 4,500 hektarlık orman alanının zarar görmesine neden olan Marmaris yangınının ardından, İzmir’de yaşananlar hala yeterli dersi çıkarmadığımızı ve henüz hazır olmadığımızı nasıl da güzel anlıyoruz. Yok arkadaş yakmasak da inşaat firmalarına antik kalıntı çıkan koylarımızı veriyoruz. Yahu neden insan olamıyoruz?