Dijital dünyanın personaları

Abone Ol

En son paylaştığınız gönderi görmek istediğiniz bir başka versiyonunuz olabilir mi? Daha mutlu, daha güzel, daha rahat, daha üretken vs. En son gönderiniz sizi ne kadar temsil ediyor? Dijital dünyada personalar yaratıldığı ortada gibi. İnsanların üzerinde dikkat çekici bir mutluluk, iyilik ve umut gözüküyor. Kamera ortaya çıkınca sahne hemen kuruluyor. İçimizdeki kişi sanki dijital kimliğiyle beraber yok oluyor, tıpkı oyunlarda -mış gibi yaptığımız, fotoğraflarda bıkmadan güldüğümüz, bir topluluğun içinde büründüğümüz kişilikler gibi. Sahiden de en son güldüğünüz fotoğrafta ne kadar mutluydunuz? Bu konuda dürüst olabilir misiniz? Dijital kimliğinizle kendi benliğiniz ne kadar uyumlu?

IBELIN (2024)

The Remarkable Life of Ibelin (2024) filmi, genç yaşta hayatını kaybeden Duchenne hastası Mats Steen’in Warcraft oyunuyla beraber bir persona yaratmasının bir örneği değil mi? Öte yandan filmi, hastalığı sebebiyle dünyaya dilediği gibi karışamayan Mats Steen’in gerçek kişiliğini bir oyun yoluyla, dijital dünyada sergilemesi olarak da yorumlayamaz mıyız? Dijital dünya bu anlamda hayatla bağlantı kurmanın bir yolu da olabilir. Sessiz bir çığlık gibidir belki de. Gerçekten de olmak istediğimiz ama bastırdığımız o kimse.

BUTTER (2020)

İlk gösterimi 2020 yılında yapılan Butter filminin obez, yalnız ve özgüvensiz baş kahramanı da dijital bir kimlikle hoşlandığı kadını etkilemeye çalışmıyor muydu? Gerçi hem müzik öğretmeni hem de doktoru “önce kendini sevmeyi” öğütlese de kendi görüntüsünden dışarı çıkamıyordu baş karakter. Mats Steen de dijital dünyada herkesin güzel olduğunu, görüntünün değil kişiliğin önemli olduğunu söylemiyor muydu? Her iki durumda da dijital dünya, varoluşumuzun belirli bir kısmını simgeleyen bir araç olarak karşımıza çıkıyor gibi gözüküyor. 

LASCAUX’DEN DİJİTALE

Lascaux mağaralarındaki resimler, oymalar, boyamalar, çoğunlukla o dönem insanının gördüğü şeyleri simgeler, hayvanlar hatta insanlar, avlanma anları gibi sahneler duvarlarda temsil edilir. Diyebiliriz ki o dönem sanatçıları, resim sanatını kullanarak içinde yaşadıkları doğayı yansıtma niyetinde veya yönelimindeydiler. Bıraktıkları el izleri direkt olarak kendilerinden bir parçaydı. Taş Tepeler’i de göz önünde bulundurursak, anlam veremediğimiz semboller dışında çizimler, kabartmalar, yapılar vb. eserler doğanın bir parçasını ve sanatın özünü barındırıyorlar. Dijital dünyada ise doğanın bir parçası olmak hatta kendimiz olmak yerine içimizde barındırdığımız kişilikleri temsil edebilme özelliğine, onları oynayabilme, sürdürebilme olanağına sahip olduk. Bu sayede dijital dünya, kişinin kendi içinde beslediği fakat bir şekilde dışa vuramadığı görünmez bir kimliği yansıtmasının aracı oldu. Dijital dünya, Mats Steens’in örneğinde olduğu gibi dışa vurumun bir parçası da olabilir fakat günlük yaşantımızda en azından, biraz da olsa, kendi avatarımız gibi de olmamız gerektiğini düşünmek yanlış mı olur? O kadar iyi.. O kadar mutlu… O kadar şüphesiz…