Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren yaşanan süreçte; 14 Nisan 1928 yılında yürürlüğe giren Tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına dair kanun. Cumhuriyet tarihimizin sağlık hizmetleriyle ilgili ilk kanunudur. Sağlık evleri, sağlık ocakları, ana çocuk sağlığı merkezleri, verem savaş dispanserleri, devlet hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri, sigorta hastaneleri, hıfzıssıhha merkezleri ve sigorta hastaneleriyle verilen sağlık hizmetlerimiz şeklindeydi.
1994 yılında 112 Acil Yardım ve Kurtarma Hizmetleri Projesi ile bugünkü Hastane öncesi acil sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinin temelleri atılmış, 2005 yılında pilot uygulamaları başlamış olan aile hekimliği sistemi, ilerleyen süreçte tüm Türkiye’de uygulanmaya başlamıştır. Sağlık sistemimizde hizmet sunumunun yeni uygulama alanları da şehir hastaneleridir.
Aile Hekimliği uygulama gerekçelerimizin en başında sevk zinciri uygulaması varken, yaklaşık 15 yıldır yürürlükte olan aile hekimliğinde sevk zinciri halen uygulanmıyor olması düşündürücüdür.. Aile hekimliği ile birlikte işlevlerini yitiren sağlık evlerimiz, kapanan verem savaş ve ana çocuk sağlığı merkezlerimiz, şehir hastanelerinin açılmasıyla kapatılan devlet hastanelerimiz, sonuç, yaz boz tahtasına dönen bir sağlık sistemimiz.
2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 663 sayılı KHK ile, her bir ilimizde tek elden yürütülmekte olan sağlık hizmetlerimiz, İl Sağlık Müdürlüğü, Halk Sağlığı Müdürlüğü ve Kamu Hastane Birlikleriyle üç ayrı kuruma dönüştürülmüştü. Üçe ayrılan aynı bakanlığın çalışanları, daha sonra kurumların tekrar birleştirilmesiyle bir araya getirildi.
Sağlık kuruluşlarımızın yöneticilerinin sözleşmeli olmasıyla, siyasilerin sağlık kuruluşlarına müdahalesinin de arttığı bir gerçektir. Tamamen siyasetin müdahalesiyle sözleşme imzalayan sözleşmeli yöneticilerimiz siyasetin taleplerinden bunalmış durumdadırlar.
Dememiz odur ki; önemli olan ülkeyi yöneten siyasi partilerin alacağı oy değil, devlet politikalarının oluşturulması ve uygulanması olmalıdır.