Deprem öldürmedi, rant sevdası öldürecek!
Aliağa’ya gelecek gemi meselesi…
Aliağa’ya gelecek gemi meselesi…
Vali Konağı’nın talan meselesi…
Bu iki konu var gündemde. “Asbestli gemi” hepimizi endişelendirdi. 9 ya da 900 ton tartışması ise, sorunun sulandırılmasının kapısını açtı. Çevreciler, muhalefet partileri Aliağa’ya gelmesi planlanan bu “pis geminin” karşısında durdular. Tamamen doğru tepki, çevre hassasiyeti olan kim varsa, yüreğimle yanındayım.
Ha bir de anlı şanlı vekillerimizin, TBMM gündemine kadar taşıdıkları “İzmir Vali Konağı talan ediliyor” konusu var. Bu konu da önemli. İzmir’in onca “yok edilen” ve hala da tahrip edilen tarihsel mirasına sessiz kalan siyasetin, birden bire bu konakla ilgilenmesi manidar olsa da dikkate alınmalı tabii.
Fakat size bugün anlatacağım konu, iki yıldır ısrarla gözden kaçırılan bir sorun. Deprem sonrası Bayraklı’ya reva görülen tarihi zulüm bu sorun!
19 Temmuz Salı günü, öğle saatlerinde Bayraklı Manavkuyu’da, evimin hemen arkasında bir binanın “kentsel dönüşüm” çalışması devam ediyordu. Geçtiğimiz cumartesi de aynı edepsizliği yapan hafriyat firması, yine o devasa yıkım makinesinin pençelerini binaya geçirdi. Büyük bir sarsıntı ve ardından saatlerce dağılmayan bir toz bulutu tüm Manavkuyu, Mansuroğlu ve Osmangazi’yi etkiledi. Ben de izinli olduğumdan, radyo yayınımdan sonra eve geldim. Sıcaktan dolayı, iki balkon kapısını da açıp uyukluyordum. O sarsıntı ve ardından toz bulutu beni de etkisine aldı. Nasıl giyindim ve aşağıya indim bilmiyorum. Birkaç komşumla, yıkım alanına giderken gözüme önce mahallemdeki anaokulu ilişti. Ardından öksürük sesleri, bağırışlar… Bir hanım yurttaşın bebeğinden, diğerinin yatalak annesinden dert yanması…
Yıkım amiri olduğunu söyleyen, saygısız ve bencil bir “tip” karşıladı bizi. Onun, Bayraklı Belediye Başkanı, Büyükşehir Belediye Başkanı ve İzmir Valisi için söylediklerini buraya yazmayacağım. İstediğimiz yere şikâyet etmemizi, cezalara alışkın olduklarını, tek tek haber vermek zorunda olmadıklarını, “çok olmamamız” gerektiğini tekrar tekrar söyledi. Bu arada Bayraklı Belediyesi’ni aradım ve derhal iki üç ekip yıkım alanına geldi. Keşke Başkan Bey de gelseydi de, kendine oy vermiş yurttaşlarına yapılan saygısızlığa tanık olsaydı.
Bayraklı halkı, depremi can kayıplarıyla yaşadı. Depremden canını kurtulanlara hala daha devam eden bu “organize zulüm” nedense Bayraklı’da “siyaset” yapan, belediye başkanı, meclis üyesi, milletvekili olmak isteyen namzetleri de mevcut tüm ilçe başkanlarını da zerre ilgilendirmiyor.
Garip ama gerçek bu! Vali Konağı için meclise soru soran vekillerin, bu vandalca yıkımlara aylardır sessiz kalmaları anlaşılır gibi değil. CHP’li ilçe belediye ve siyasilerinin konuyla ilgilenmemelerini de dehşetle takip ediyorum. Siyaseten slogan atarak beyanat vermek işi kurtarmıyor ama, özellikle 6’lı masanın müdavimlerinin ilçe başkanlarının, Bayraklı halkını doğrudan muhatap almadıkları da ne yazık ki doğru. AKP zaten sokağa bırakın çıkmayı, yaşananları sürekli inkâr etmesi, Bayraklı’nın sahipsizliğinin kanıtlıyor.
Açık söyleyim bugün adını saydığım mahallelerde, depremden beri ilçe siyaseti anlamında tüm siyasi partiler birbirinin aynısı görünümünde!
Baştan beri yıkımlar, maliyet az tutsun diye hiçbir yönetmeliğe, denetime tabi olmadan, çevrede yaşayan insanların “yurttaşlık” haklarına saygı duyulmadan yapılıyor diye sayısız yazı yazdım. Valisinden, ilçe belediye başkanına hepsi “konforuma düşkün olmakla” itham ettiler. Evime davet ettim “gelin kendiniz yaşayın dedim” cevap bile vermediler, en son da Vali Bey “çizdi” attı beni.
Bayraklı İzmir’in “kalbi” falan değil. Kim bunu iddia ediyorsa garanti “uzaylıdır”. Bayraklı İzmir’in “tozlu” ve “sahipsiz kırık kalbidir”! Bayraklı yurttaşlık haklarının sürekli ihlal edildiği, devletin görevini yapmadığı, insanca yaklaşımların artık “tarih” olduğu bir ilçedir. Çektiğim videoyu sosyal medyada paylaştım. Sayın milletvekilleri, başkanlar, bakanlar, müdürler, valiler, belediye meclis üyeleri eğer biraz “cesaret” taşıyorlarsa, bu tozu buyursunlar solusunlar!
“TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, İzmir Tabip Odası ve Asbest Söküm Uzmanları Derneği, 14 Mayıs 2021 tarihinde düzenlendikleri ortak basın açıklamasında, İzmir depremi sonrası kentsel dönüşümde yaşanan kontrolsüz yıkımların yarattığı tehlikeye dikkat çekti. Asbestin ölümcül olduğuna vurgu yapılan açıklamada, belediyelerin yıkım ruhsatı vermesinden önce teknik standartlara uygun kontrol yapılması gerektiği vurgulandı.”
“Asbest Söküm Uzmanları Derneği Başkanı Mehmet Ensari, daha önce de medya yoluyla yıkımlar ve asbest hakkında birçok açıklama yaptıklarını belirterek, yetkililerin vurdumduymazlığına tepki gösterdi. Ensari, "Deprem öldürmedi, cehalet öldürecek. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sadece izleyecek. Belediyeler boş boş bakacak. İzmir'i İzmirli’yi lafta seviyorlar. Bu yıkımda toz bastırma nerede? İzmirliler aylardır asbest zehir ve silika soluyor. Olası hastalıklardan sorumlusunuz. 28 Mayıs 2021"
Tüm uzmanların özellikle son bir buçuk yıldır defalarca uyardıkları bu konuda, bugüne kadar İzmir İl Sağlık Müdürlüğü ne yaptı? İzmir Valiliği ne yaptı? Yıkımlarda neden yönetmelikler kullanılmıyor? 10 katlı bir yaşlı binanın yıkımında bir tanker suyun, çiçek sular gibi kullanılması halkı kandırmak değil midir? Hafriyat firmalarının kârları mı halkın sağlığı mı önemlidir? Tozu bastırmak ya da en aza indirmek için gerekli alet edevat neden hafriyat firmalarına zorunlu kılınmıyor? Yıkım sırasında anlık “resmi denetim” neden yapılmıyor?
Ben cevapları biliyorum. Burada dönen para benim hayallerimi zorlar. Nasılsa vatandaş “kuzudur” anlayışı sağ siyaseti de sol siyaseti de etkisi altına almış anlaşılan. Çünkü Bayraklı’da CHP de AKP de bu sorunda sessiz! Ama şu gerçek ki maliyet artacak, yıkım süresi uzayacak diye halkının sağlığını hiçe sayan siyaset olmaz!
Buraya yazamayacağım “dedikodular” Bayraklı sokaklarında çınlıyor. Depremin öldüremediği yurttaşlar, belki bugün soldukları zehirli tozlar nedeniyle beş yıl sonra hastanelere muhtaç edecek.
Buradan “yayın yoluyla” uyarıyorum!
“Kaç kişi okuyor ki” diyerek beni hiçbir makam ve mevki “küçümseyemez” her türlü riske rağmen “yağcılık” yapmam, kopyala yapıştır gazeteciliğine de dalmam. 35 yıldır da kimseye itaat ve biat etmedim.
Bayraklı’da siyaset yapanlara dostça tavsiyem, hafriyat ve inşaat organizasyonlarından uzak durmaları. Siyasetçinin muhatabı, görgüsüz rantçılar değil, onları o koltuklara oturtan yurttaşlardır!
Son sözüm değerli meslektaşlarıma… İzmir’in tüm basın yayın kuruluşlarının ülkeden önce kendi kentlerine mercek tutmalarıdır. Neden Bayraklı ve deprem gerçeği ile zulüm gören yurttaşlar İzmir basınının baş gündemi olmuyor?