Demokrasiyi milyonerlik sanma

Lafım daha çok iktidar partisine. Çünkü saye-i devletlerinde ekonomiden siyasete, sağlıktan eğitime her alanda kaos söylemleri toplumsal huzuru hede...

Abone Ol

Lafım daha çok iktidar partisine. Çünkü saye-i devletlerinde ekonomiden siyasete, sağlıktan eğitime her alanda kaos söylemleri toplumsal huzuru hedef alıyor. Sosyal medyada, “penguen” ve “penguen olmayan” iktidar yanlısı medyada, o her konuda her ekranda konuşan çakma filozofların ağızlarını her açtıklarında dile getirdikleri konular artık sinir bozuyor. İktidar yanlısı olmayan medya ile erbaplar ise, gerçek gündemle daha çok uğraşacakları yerde inanılmaz şekilde “laf yarışına” giriyorlar.

Bazen bir meydana çıkıp hem iktidara hem de muhalefete “siz nerede yaşıyorsunuz” diye sorasım, haykırasım geliyor. İyi biliyorum ki vekiller ve ağa takımı otobüse, vapura, metroya binmez. Tek başına çarşıya pazara çıkmaz. Borç ödeme dertleri de yok, ay sonu kaygıları da.

Bu sıcakta karpuz bile artık dilimle satılıyor…

Allah’ın suyunun damacanası 25 lira olmuş…

Et, süt, yumurta, meyve, sebze, ekmek fiyatları akla zarar düzeyde…

Milli paramızın itibarı, aslında siyasetçilerin alayını utançtan çıldırtacak kadar yerlerde sürünüyor. Türkiye vatandaşları, kendi ülkelerinde ev, otomobil, tatil, yatırım gibi sözcükleri hafızalarından silmiş. Asgari ücrete “tarihi zam” yapanlar gururla bunu hala söylüyorlar ama, o muhteşem ücretin gün itibariyle bir işe yaramadığını yok sayacak kadar da utanma duygularından arınmışlar.

Merak ediyorum bir, iki, üç milyonluk daireleri kimler alıyor?

Merak ediyorum dört, beş, sekiz bin lira ev kiralarını kimler ödüyor?

Devlet hastanelerinde muayene, tetkik randevuları aylar sonraya veriliyor.

Ama bunlar mesele değil. Mesele ne? Mesele seçim olsun, iktidar değişsin?

Sonra?

Durun daha önce başka konu var. İktidar seçimle de gitmezmiş, iç savaş çıkarmak istiyormuş, olağanüstü hal ilan edecekmiş, belki seçim de olmazmış…

Olağanüstü hal ilanına gerek yok bir kere. Çünkü bunların konuşulabildiği ülkede zaten “olağanüstü” bir şeyler vardır demektir. Sanki ülkede huzur bırakıldı. Bir kez tebdil-i kıyafetle karışsalar yurttaşların arasına, zaten belki vicdan, insaf ve izan duyguları nükseder!

Muhalefet elbette seçim kazanmak ister ama, iktidar olunca mesela yurttaşlar karpuzu bütün olarak alabilecek mi?

Fakat neden yazıyorum ki bunları?

Demokrasi bir yaşam biçimidir aslında, içinde dayanışma, hoşgörü, paylaşım içerir. Oysa ülkemizde, demokrasinin “her mahallede bir milyoner yaratmak” ve vatan toprağını “küçük Amerika” yapmak için “getirildiğini” unuttum bir an…

DERİNLEŞEN BİR SORUN

Geçen yazıda Bayraklı Belediyesi’nin edebiyat festivalinden bahsetmiştim. Sevgili Tuğrul Keskin aradı. Uzunca konuştuk, o düşüncesini söyledi, ben düşüncemi. Ama uygarca, saygıyla… Katıldığım da oldu, katılmadığım da. Ancak bana bir kez daha konuyu yazma mecburiyeti doğdu. Birincisi benim derdim festival değil. Festivali her şekilde desteklerim. Çünkü İzmir kokan bir festival. Tuğrul Keskin’i de kutluyorum. Ama ilginç bilgiler de aldım. Bir oturumun konusunun “Türkiye’de haberci olmak” ve oturuma da İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı'nın yönlendirici olmasını hala kabullenmiyorum. Üstelik yazıdan sonra Tuğrul Keskin’in araması benim için ne kadar onur vericiyse, üyesi bulunduğum cemiyetin yönetiminden bir Allah’ın kulunun dahi “ne oluyor” diye aramaması o kadar sinir bozucu. Mevcut yönetimin, İzmir ruhunun itibarını ciddi zedelediğini bilmeme rağmen, muhalefete karşı açık ya da dolaylı takındıkları tavır da ilginçtir. İzmir basınının gerçek durumunu hala idrak edemeyen cemiyet yönetiminden, İzmirli gazetecilere ne hayır çıkar bilemiyorum. Onlar “hayran” oldukları İstanbul medyasının popülerliğinden yararlanma adına, iki asırlık kent basının itibarını zedelemeye devam etsinler. Ne de olsa 15 Mayıs’ı 16 Mayıs sandılar! Ben İzmir basınını yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Ama ne yalan yazayım ki Atilla Sertel ve Misket Dikmen süreçleri burnumda tütüyor her şeye rağmen!

ŞU “KİMLİK” MESELESİ

Sanıyorum pazartesiye yetiştireceğim yazıyı. Şu aralar gelen bilgileri derliyorum. Türkiye’nin sıkıntılı hali, siyasetin niteliksizliği İzmir’e yoğunlaşmamı engelliyor açıkçası. Size hep bahsettiğim “gizemli yokuşa” gideceğim bu hafta. Bir kardeşim de yanımda olacak, çektiği fotoğrafları da paylaşacağım. İzmir’in “kimlik” sorunundan beslenenleri de teşhir edeceğim. Ama çıkış noktam “o yokuş”. İzmir’de olup İzmir’i bilmeyen her cins irade sahibi, makam ve mevki sahibi benim hedefim. Dikkat edin, sizce iki de bir neden çıkıyor bu tartışma? Ama tartışmanın çıktığı yerle çok “manidar”… Bence 100 yıl önce bazı bir iki “hesap” kapatılmamış anlaşılan, ne dersiniz?