Cihat Burak’ın gün ışığına çıkan şiirleri

Resim, mimari, öykü, tiyatro oyunu alanında eserler veren Cihat Burak’ın şiirleri “Ne Rahat Olurdum” adıyla Everest Yayınları tarafından ilk defa kitaplaştırıldı. Burak’ın pek az bilinen yönüne bakalım

Abone Ol

Cihat Burak’ı daha çok mimar, ressam ve yazarlık yönleriyle tanıdık. Onlarca sergi açtı veya resimleriyle katıldı. 1950’lerde Gaziantep Hükümet Konağı, İzmit Adliyesi, Ankara Banknot Matbaası, Rize Adliyesi, Beşiktaş Şair Nedim İlkokulu gibi yapıtların projelerini çizdi. 1981’de ilk öykü kitabı “Cardonlar” okuyucuyla buluştu. Yakutiler (1992) kitabı Yunus Nadi Yayımlanmamış Öykü Ödülü aldı. Yayımlandığını göremediği Zenci Kalınız! (2003) ölümünden sonra kitaplaştırıldı. 

KEDİLERİ BESLEYEN ADAM

Bunların dışında da kitaplaşmamış sayısız eser bıraktı ardında. Everest Yayınları, geçtiğimiz günlerde Cihat Burak’ın eserlerini yeniden okuyucuyla buluşturdu ama şimdilik bir yenilik farkıyla.  Burak’ın kitap haline gelmeyen şiirleri “Ne Rahat Olurdum” adıyla basıldı. 
Kitaba önsöz yazan Haydar Ergülen, onun insan yönünden ilginç manzaralar aktarıyor: 
“Cihat Burak, asma kattaki pencere pervazında gezinen kedileri masadaki mezelerle besleyecek, az konuşacak, mırıldanacak, içinden gülümsediğini görenlerin de hem içini, hem yüzünü, hem gününü gülümsetecek, çok sigara içecek, gömleğinin en üst düğmesi hep kapalı duracaktır. İlhan Berk’le Ece Ayhan yine bir mevzudan dolayı konuşmuyorlarsa ortalarına beni oturtacaklardır. Ece Ayhan Cihat Burak’ı sürekli konuşmaya kışkırtan sorular soracaktır.” (s.13)

SAMİMİ DİZELER

Kitaba adını veren şiir “Ne Rahat Olurdum” diğer şiirler gibi içtenliğin hissedildiği dizelerden oluşuyor: 

“Ben, benden uzaklaşabilsem/aşabilsem ben dağını/Her şehirde/her yerde/en ıssız köşelerde/karşımıza çıkan günahın/sırrına erebilsem/ne rahat olurdum(…)”
Çok basitmiş gibi görünen dizelerse de sessiz bir zamanda karalandıkları ve yarına bırakıldıkları nasıl bellidir. “Temenni” şiirinde olduğu gibi:
“Ne olur/yeni bir elbisem olsa/dilim peltek olmasa/kırlarda yatıp uzanabilsem/kertenkeleler, böcekler/çiçekler/ve çocuklarla/arkadaşlık edebilsem./Rüzgârın getirdiği kokular/eskisi gibi yine/hatıralar getirebilse/ne olur”.

AŞIK ŞAMARÎ MAHLASI

Kitaptaki ilginç bilgilerden biri de Cihat Burak’ın 1974 Kıbrıs Barış Harekatı esnasında yazdığı şiirler. Burak, Kıbrıs’ta yaşanan katliamlara tepki olarak Aşık Şamarî adıyla şiirler yazar. Meydan okuyan bu şiirlere meraklısı bakabilir. 

Yine çok önemli bir belge değeri ona Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu anlatan “Reis” yazısını da unutmayalım. İki dostun bağını görmek açısından çok değerli bir metin. 
Kitap boyunca şiirlere eşlik eden el yazısı ve notlar da dikkate değer. Cihat Burak’ın şiirleri sanat dünyamızın son zamanlarındaki bir sanat olayı olarak görülmelidir. 

“Yolcu”nun İzmir yolculuğu

İzmir Şehir Tiyatroları, 1 Mayıs’ta Nazım Hikmet’in “Yolcu” adlı oyunun prömiyerini gerçekleştirdi. Sadece Türkiye düzleminde değil tüm dünyada “işçi sınıfı şairi” olarak kabul edilen Nazım Hikmet’in oyunun Dünya İşçilerinin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ta ilk kez İzmirlilerle buluşması şüphesiz anlamlıydı. Ancak biz yine de oyun için basılan kitapçıkta İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’e kulak kabartalım: 
“İlk tasarılarımıza göre oyun Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü olan 2023’ün 3 Haziranı’nda prömiyer yapacaktı. Ne var ki tiyatro için kullanışsız olduğu defalarca görülen ihale yasalarından doğan arızalar, buna izin vermedi. İkinci programlamada, Nazım’ın doğum yıldönümü olan 15 Ocak 2024’ü hedeflemiştik. Benzer pürüzler nedeniyle bu da gerçekleşemedi."

Sahnede bir oyunu izlerken o eseri yetiştirenlerin nasıl zorluklarla mücadele ettiğini unutmadan konuşmak önemlidir. Ama daha önemlisi sanatın temsil ettiği değerlerin ihale usul ve takvimleri arasına sıkışmış olmasının neler kaybettirdiğinin de ifadesidir. Erten’in devamında söylediği gibi “1 Mayıs da bir Nazım Hikmet günü” ama sanat emekçilerinin kentte yarattığı gayreti özgürleştirmek gerekir. 

Nazım Hikmet’in 1941’de kaleme aldığı “Yolcu” hiçbir trenin durmadığı bir istasyonda üç karakteri anlatır. Anadolu’daki işgali ve direnişi oyunun ilerisinde anlarız. İstasyona gelen Atlı, ülkenin içinde olduğu gerçeği anlatır.

ASLINDA İSTASYON

Orhan Alkaya, yönettiği oyun hakkında kendisini kışkırtan metaforun “hiçbir trenin durmadığı bir tren istasyonu” olduğunu ifade eder. Gerçekten de oyunun adı her ne kadar “Yolcu” olsa da istasyonun kendisi de bir karakter gibidir. İlginçtir, Nazım Hikmet, “Yolcu”yu Rusça uyarlamasında “İstasyon” adıyla kaleme alır. 1957 yılında yazılan “İstasyon”da ise Bolşeviklerle karşı devrimciler arasındaki çatışma ele alınır. 
Milli Mücadele yıllarını bu ıssız istasyondaki karakterler üzerinden anlatan Yolcu’da Nazım Hikmet’in manzum destanı “Kuvayı Milliye” de oyunun bir parçasıdır. Alkaya’nın oyunun şiir, dans ve müzikle birlikte yol aldığını söylememiz mümkün.

KARANLIK, AY IŞIĞI 

Oyunun özgün metnine baktığımızda, karanlık, ay ışığı, lambanın neredeyse hiç ışık saçmayan kısık hali gibi bir atmosfer görürüz. Dışarıdan gelen köpek ulumaları, durmadan geçen trenlerin sesinin de etkin olduğunu okuruz. Alkaya’nın bu atmosferi tercih ettiğini ve başarıyla aktardığını da izliyoruz. Cem İdiz’in müziklerinin oyuna güç kattığını da söylemek gerek. Bu atmosfer içinde Atlı’nın nal sesleri dış dünyaya dair umutlu bir varlığı ve haberi düşündürür. 
Kuvayı Milliye’den bölümlerin oyuna eklenmiş olması işgal yıllarının atmosferini güçlendiren bir unsur olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, dış dünyadan soyutlanmış ve zamanın sorunlarıyla ilgisiz karakterlerin sık sık Kuvay-ı Milliye gibi tepeden tırnağa direniş mesajı içeren bir destanı okumalarının o kişilere oturmadığını söyleyebilirim. Destan, oyuna başka türlü dahil edilebilir miydi?

PENCEREYİ KAPAMA

Oyunun mesajı son sahnede sarih veriliyor. Dünyaya kapalı bu kişilerin ihtiyaç duyduğu şey penceredir: 
“Kapatma…Keşke daha yüz pencere olsa da, yüzünü açsak. Pencereyi kapatma…Pencereler kapandığı için…belki de…bunun için fena olduk…Senin bir dalgan varmış hani. Daha güzel, daha haklı insanlar…o dalgayı kaybetme…Köy halkı…Bakkal Mehmet…Ethem Bey.”
Yolcu, aynı zamanda Nazım Hikmet’in anti-emperyalizm çizgisinin genel olarak yansıtıldığı bir oyun. İzmir’de oynanması da Kuvayı Milliye’nin şairinin evine dönüşü gibidir.