Turizm imarlı alanlarda, turistik işletme ruhsatı ile imal edilmiş fakat konut olarak kullanılmaya devam eden yapıların, ülke gündeminde hak ettiği yeri bulmadığı, bir şekilde sumen altı edildiği ortada. Bu yapılar turizm ekonomisine hizmet etmiyor. Yalnızca emlak konut inşaat sektörüne hizmet ettiler ve haksız kazanca vesile oldular. Halen de olmaya devam ediyorlar. Çünkü bulundukları bölgeler imar planlarında ve turizm bölgesi, ayrıca ruhsatları da turizm tesisi. Bu demek oluyor ki, turizm koşulu ile imar izni aldılar ve aldıkları izin ve ruhsata aykırı fiili durumları devam ediyor. Bu hukuksuz durum ne yazık ki diğer rant çevreleri bakımından teşvik edicidir. Yapanın yanına kalıyor olgusu, çevremizi katleden bu çıkar beklentileri üzerine şekilleniyor. Sadece rezidans konutları mı sorun? Elbet ki hayır!
Çevremiz, içinde beşeri toplumun var olduğu alanların tümüdür. Önceki pek çok yazımızda şehir planlarının, planlamanın önemini de değişik başlıklar altında açıklamaya çabalamıştık. Hukuk, plan, düzen, yasa gibi mevhumlar beşeri yaşamın düzenini tesis etmek üzere kurulur. İmar Yasası da bu düzenin tesisi bakımından, en başta Millet Meclisi’nin aldığı, Anayasamıza bağlı kararlar ve Anayasamıza uygun uluslararası antlaşma ve sözleşmeler ile şekillenir. Bu aşamadan sonra 1/100 bin denen Bakanlık planları yapılır. Bu planlarda, ulaşım, alt yapı, çevre, nüfus yoğunlukları, büyüme alanları, koruma alanları dikkate alınır. Turizm geliştirme sahaları da bu büyük ölçekli planlar içinde değerlendirilir. Daha sonra, üst ölçekli bakanlık planlarına uygun şekilde, bölgesel planlar yapılır. Bunlar 1/25 binlik büyükşehir ve illerin imar planları, 1/5 binlik ve nihai olarak 1/1000 lik uygulama planları olarak ilçe yönetimlerince yapılır. Tüm planlarda esasa ilişkin kriter, her bir planın, üst ölçekli planlara ve yürürlükteki tüm mevzuata, koruma yasalarına ve şehirleşme ilkelerine uygun devam etmesi zorunludur. Değişen zamana, farklılaşan taleplere ve ihtiyaçlara uyum gösteren düzenlemeler yapılmaya devam ederken, koruma ilkelerine bağlı kalmaya özen gösterilir. Koruma ilkeleri nelerdir denince, özel kanun ve yasal düzenlemeler ile korunan değerlerden söz etmek gerekir. Tarım arazileri Koruma Kanunu, Orman Kanunu, doğal dokuyu koruyan çeşitli derecelerdeki koruma statüleri, yakın tarih ve arkeolojik katanları koruma altına alan sitler, kıyıları koruyan doğal dokusunu muhafaza eden ve herkesin eşit olarak faydalanmasını öngören Anayasal düzenlemeler gibi çok sayıda ilke bulunur. Bununla beraber, şehirleşme ilkeleri, sağlıklı yaşam alanları oluşturma üzerine şekillenir. Sağlık, can ve mal emniyeti, intikal, alt yapı gibi düzenlemeler de baştan aşağı bu planlamaların ve düzenin parçası olmak mecburiyetindedir. Binalar inşa edilirken, zemin etüdü, kotu, yüksekliği, alt yapısal ihtiyaçları, çevresi ile uyumu, kullanıcı sayısı kadar otoparkı, yola ve kaldırıma ve yeşil alanlara, yani ortak paylaşım alanlarına terk yapılması, can ve mal emniyeti esasları dikkate alınır. Yapı konut mu? İş yeri mi? Turistik tesis mi? Sanayi veya işletme binası mı ? Bunlar nerede ve hangi koşullarda olabilir? Tüm bunlar, yasalar ile şekillenmiş planlanmış uygulamalardır. Bunlara uymak, doğru yerde doğru düzgün işi yapmak, kamunun menfaati olan düzen ortamını oluşturmaktır. Bunlara uymadan şehirleri, yaşam alanlarını şekillendirmeye çabalamak, aslında bir çeşit anarşi düzeni tesis etmeye çabalamaktır. Ne yazık ki, çevreyi korumayı ilke edinmiş ve ziyadesi ile medeni veya aydın addedilen şehirlerin, çok daha fazla anarşi ortamına dönüşmüş şehirleşme şekilleri dikkat çekmektedir. Daha fazla ve gelişigüzel betonlaşma yaratmış şehirlerin, çevreyi koruma şuuru ile alakası hiç şüphesiz ayrıca bir tartışma konusudur. Çevremizi şehirlerimizi, şekillendiren yapılarımız aslında bizlerin fotoğrafıdır. Nasıl bir toplum olduğumuzun göstergesidir.