Ekinoks çevre başlıklarını derlediğimiz köşemizde bugüne kadar onlarca makalede sağlıklı ve dengeli bir ortamda yaşamak için ne türlü yasal düzenlemeler yapıldığını anlattık. Belli başlı kanunlar ve yasal düzenlemeler ile çevrenin korunması, sağlıklı gelişmesi, yaşam alanlarının sürdürülebilir olması hakkında nasıl bir çerçeve oluştuğunu anlattık. İlgili kanun maddeleri, yasalar, yasaklar, cezai müeyyideler, kurumların görevleri, yerel yönetimlere düşen önemli paydadan bahsettik. Sivil toplum kuruluşlarının önemine vurgu yaptık.
Ancak hepsinden çok daha mühim olan, bireyin çevre algısıdır. Yaşam alanına, doğasına, ortak alanlara, sağlıklı ve güvenli toplum düzenine, diğer kişilerin haklarına ve tabiatın tüm doğal dengesine saygısı olmayan birey ile çevre olgusu bağdaşamaz. Her şeyi dilediğince yapmayı kendinde hak gören kişi ile çevre duyarlılığı bir arada barınamaz. Sağlıklı güvenli dengeli yaşam alanları oluşturmak için, insan popülasyonunun gezegenimizdeki tek ve en üstün varlık olduğu yanılgısından vazgeçmesi gerekir.
Tek ve en üstün, olmadığını en güzel pandemi döneminde anlamış olması gerekirdi aslında. Ne var ki, yüzbinlerce insanımızı yok eden 6 Şubat depremi dahil şuurun yükselmesinde ne derece etkin olmuştur bilinmez. Gelişmek, varlık ve konfor sahibi olmak, çağın sosyal ve kültürel kriterleri ile zenginleşme anlayışı, çoğu yerine konamaz değerde fakirleşme eğilimine yol açmıştır. Toprak, su ve hava gibi temel ihtiyaçlarımız üretilemez. Toprak üretilmediği için, elimizde olan kadarı her gün daha değerli olmaya devam edecektir.
Toprağın en doğru ve en verimli planlanması, şehirleşme telaşındaki insanımızın gündeminden tamamıyla çıkmıştır. Ekilebilir dikilebilir alüvyonlu topraklar, derelerin akarsuların alüvyonu ile beslenerek, en verimli hale gelmiş ovalar, toplumun barınma ihtiyacına harcanmaktadır. Barınma ihtiyacı inşaat ekonomisi elinde lüks ve daha lüks villa üretimine dönüşmüş, daha fazla rant kapısı şeklini almıştır. Toplumun büyük bir kesimi, azınlık olan bir zümrenin çok sayıda ve daha lüks yapı stoku sahibi olması için hizmet etmekte, çiftçilerin tarlaları, en yüksek getirisi olan inşaat alanlarına çevrilmektedir.
Alt yapısı, suyu kanalizasyonu hatta yolu dahi olmayan tarımsal bölgeler milyon dolarlık villaların hakimiyetine bırakılmıştır. Ne o villaları yapan ne de satın alan kişilerde, çevreye verdikleri tahribat hakkında bir kaygı bulunduğu düşünülemez.
Dünyada medeniyetin doğduğu, avcı toplayıcı insandan yerleşik düzene geçen insana evrimin gerçekleştiği Anadolu, medeniyetin beşiği olmuştur. 4 mevsimi yaşayan iklimi, ormanları, akarsuları, verimli toprakları ile insanlığın gelişmesi için kuluçka görevi görmüştür. Karahan Tepe, Göbekli Tepe gibi her yeni buluşta, medeniyet kalıntılarının birkaç bin yıl daha eskiye uzandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle coğrafya kaderindir ifadesinin manasını kavramak, herkesten çok, böylesi kadim topraklarda devam eden beşeri toplum olan bizlerin görevi olmalıdır.
Bilim ve teknolojide gelişmek mecburiyeti yanında ekonomik varlık ve erk sahibi olmak gereği açıktır. Ancak nasıl bilim ilhamını düşlerden, meraktan, sanayi ilhamını sanattan, korkulardan, almışsa, medeni toplumlar da zenginliklerini kültürlerine ve coğrafi değerlerine bağlılıklarından almıştır. Rönesans sonrası Avrupa’nın en büyük zenginliği, kültürüne ve coğrafyasına verdiği değere ve saygısına dayanmıştır. Aklı olan toplumlar, kültürleri ve coğrafyaları zengin ve verimli olduğu müddetçe zengin kalabileceklerini öngörmüş toplumlardır. Bu bakış açısından yola çıkmadan, bu gerçeği algılamaksızın, toplumun her bir bireyinin korumacı zihniyete erişmeden, çevre olgusunun istihdam edilmesi söz konusu olamaz.