Yetkili makamlara sesimizi nasıl duyurabiliriz? Bu başlı başına bir konudur aslında, dilekçe yazmak. Ve biz çok yazımızda dilekçe ile sorunlara öneri getirmenin önemini anlatmıştık. Yaşadığımız bölgede kaç tane sorunu dilekçe ile yetkili makamlara iletiyoruz? Bu alışkanlığı genç yaşta bir akrabamdan öğrenmiştim. Kendisi doktordu. O gün gördüğü bir durum veya yaşadığı bir olay hakkında, veya televizyon izlerken dikkatini çeken bir konu hakkında, hatta kendisinin bilgi sahibi olduğu ancak yanlış anlatılmış bir mevzu ile alakalı olabilirdi.
Bilgisayarını açıp, o konunun muhatabı kimse e-mail adresine ulaşıp, konu hakkında dilekçe yazar, ilgili hatanın düzeltilmesini talep ederdi. Belki bu düzeltme yapılmaz dilekçe dikkate alınmazdı ama o kendi adına yanlışın düzeltilmesini talep etmekle mükellef olduğunu söylerdi. Çok sonra tanıştığım birkaç kişinin de farklı yöntemlerle benzer davranışlar sergilediklerini görmüş ve çok takdir etmiştim. Yaşadığımız ortamlar, parçası olduğumuz toplum için ne kadar büyük fayda sağlayabilecek bir davranıştır? Fakat kaç kişi böylesi bir bilinç içinde yaşamını sürdürür? Çok basit bir hak ve ödevdir, dilekçe yazmak! 3071 sayılı yasa bu hakkı tanımlar. Dilekler, temenniler, öneriler veya şikayetler için kişisel ve yasal hakkımızdır. Bir diğer yasa da 4982 sayılı bilgi edinme yasasıdır. Vergi veren, çalışan, okuyan, sıradan her bir yurttaşın yetkili makamlardan yasal hakları çerçevesinde bilgi edinme hakkı vardır. Kişisel veriler, özel hukuka ait olan konular dışında başka bir hak da bilgi edinme hakkını kullanmaktır.
Geçtiğimiz günlerde bir grup hanımla çevre sorunları hakkında yaptığımız sohbette, bazı basit tanımlardan çoğumuzun bir haber olduğu gerçeğini tekrar gördüm. Evlerinin önünden sahile inen kadastral yolun bir takım kişilerce duvar örülerek kapatıldığını, artık sahile inmek için çok daha uzak bir mesafeye kadar yürümek zorunda olduklarını söylediler. Lise veya üniversite mezunu olması, çalışan veya emekli olması fark etmeksizin, toplumumuzda halen insanımızın, ortak yaşam alanlarını ilgilendiren yasal düzenlemeler hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığı açıktır.
Belki de çevre konusu bütün genel başlıkları, beynelmilel uygulamaları ile birlikte ilk okuldan itibaren müfredata sokulmalıdır. Kıyı kanunu, hükmünü Anayasamızdan alır ve sahil bandının herkesin eşit derecede kullanma hakkı olduğunu tanımlar. Özel nedenlerle ayrılmış alanlar, askeri bölgeler, liman işletmeleri gibi tanımı bulunan alanlar dışında, kalan tüm kıyı çizgisi herkesin eşit kullanım hakkı ve özgürlüğüne açıktır. Kıyı yasasına göre, suya temas edilen ilk 50 metrelik sahil bandına hiçbir yapı yapılamaz, su sınırından karada 100 metrelik alanı kapsayan ikinci 50 metrelik bölge ise, turizm amaçlı günübirlik tesis yapımına ayrılabilir.
Bu düzenlemeler 1980 Anayasası içeriğinde, Birleşmiş Milletler sözleşmeleri ile yürürlüğe konmuştur. Kanun maddeleri istisnai durumlar haricinde, yürürlüğe kondukları tarihten sonrası için geçerlidir. Bu nedenle 1980 öncesi var olan yapılar müktesep hak kazanmış kabul edilir. Ancak eski tarihli dahi olsa bir yapı yıkılsa ve yok olsa, aynı yapı aynı yere sıfırdan imal edilemez. müktesep hak kazanmış yapılarda yalnızca onarım ve güçlendirme yapılabilir. Yani kamusal alanlarda, ortak alanlarda, kıyılarda, yollarda hiç kimse, kendi kafasına estiği gibi hareket edemez.