“Bu Vatan Kimin?” diye soran şair

Orhan Şaik Gökyay, 1940’larda Turancılık davasından yargılananlardan biriydi. Evet, benim mahallemden yolu geçen biri...

Abone Ol
Orhan Şaik Gökyay, 1940’larda Turancılık davasından yargılananlardan biriydi. Evet, benim mahallemden yolu geçen biri değil. Ama kabul etmek gerekir ki, Türk milliyetçiliğinin altı çizilecek bir şairidir Üniversitenin ilk yılında Türk Dili dersine giren hocamız Rıdvan Canım, üniversite öğrencilerinin etkinliklere ilgisizliğinden yakınıyordu. Canım, “Yahu, Orhan Şaik Gökyay’ı getirdik. “Bu Vatan Kimin?” şiirinin şairi. Hadi, bir daha bulun bakalım. Öldü gitti. Ama kimse gelmedi” diyordu. Gökyay’ı elbette daha önceden tanıyordum ama Rıdvan Canım o denli sitemkâr konuşuyordu ki, bu sözü hiç unutmadım. Gel gelelim Gökyay bana göre fevkalade bir şair değil. Bununla beraber özellikle Dede Korkut üzerine araştırması çok kıymetlidir. Durum ne olursa olsun, Türk milliyetçiliğinin şiire yansımasında önemli bir etkisi oldu. Şimdi Gökyay’ın hayatına bakalım. Orhan Şaik Gökyay, 16 Temmuz 1902 tarihinde babasının edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı İnebolu'da dünyaya geldi. 93 Harbi’nden sonra Filibe’den Anadolu’ya göç eden bir ailenin yedi çocuğundan birisidir. Babası Mehmet Cevdet Efendi, annesi Şefika Hanım’dır. Asıl adı Hüseyin Vehbi’dir. Rıza Nur’un millî eğitim bakanlığı döneminde yayımlanan "her öğrencinin bir Türk adı alması"yla ilgili genelge uyarınca adını "Orhan" olarak değiştirmişti. İlköğretimine Kastamonu'da başladı. İdâdînin dokuzuncu sınıfında okurken, ailesinin maddi sıkıntıya düşmesi sebebiyle öğrenimine ara verdi. Katip olarak özel idarede çalışmaya başladıktan sonra edebiyatla ilgilendi. İlk şiiri Kastamonu'da Açıksöz gazetesinde 1922 yılında yayımlandı. “Annemin Mezarında” başlığını taşıyan bu şiiri, kardeşi Kenan’a atfetmişti. İzmir’in işgaline duyduğu üzüntü ile yazdığı “İzmir Rüyası” adlı ikinci şiirini edebiyat öğretmeni Vasfi Bey’e ithaf etti. Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’dan Ankara’ya geçen pek çok kişinin yol üzerinde uğradığı bir yer olan Kastamonu’dan geçtiği sırada ünlü şair Mehmet Akif ile de görüşme fırsatı bulmuş, ilk şiirlerini göstermiş ve beğenisini kazanmıştı. Aynı yıl öğrenimini tamamlamak üzere Ankara'ya gitti. Ankara Darülmuallimîni'nin (öğretmen okulu) son sınıfına kaydoldu. ÇAĞLAYAN DERGİSİ YILLARI Ankara Darülmuallimîni'ni "çok iyi derece" ile bitirdikten sonra 1923 yılından itibaren Piraziz, Samsun ve Balıkesir'de öğretmenlik yaptı. Balıkesir'de görev yaptığı sırada şair Edremitli Ruhi Naci’nin (Sağdıç) desteğiyle Çağlayan isminde bir edebiyat dergisi çıkardı ve takma isimle yazı ve şiirlerini yayımladı. 1924-1926 yılları arasında çıkan 15 günlük bu dergide Mehmet Akif, Tokadizade Şekip ve Hasan Basri (Çantay) gibi devrin önemli şair ve yazarlarının da eserlerini yayınladı. 1927 tarihinde önce Kastamonu İdadisi’nin son sınıfına kaydolarak bu okuldan kaydoldu, ardından hem İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’ne, hem Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydoldu ve öğrenimini her iki okulda birden sürdürdü. Edebiyat fakültesinde hocası Fuat Köprülü'den etkilendi. Almancasını ilerletti. Yüksek öğrenimini 1930’da tamamladıktan sonra tekrar öğretmenliğe başladı. Kastamonu, Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa'da edebiyat öğretmenliği yaptı. "Bu Vatan Kimin" şiirini Bursa'da iken yazdı. Edirne'de görev yaptığı sırada kendisi gibi öğretmenlik yapan Ferhunde Sarıoğlu ile evlendi. Çiftin çocukları olmadı. DEDE KORKUT’UN TORUNU 1938 yılında Dede Korkut hikâyelerini yayınladı. Bu eser ile “Dede Korkut’un torunu” unvanını aldı. Öğretmenlik yaşamına 1939’dan itibaren Ankara’da, yeni kurulan Musiki Muallim Mektebi’nde (Ankara Devlet Konservatuvarı) öğretmen ve müdür olarak devam etti. Bestesini Necil Kazım Akses ile Ulvi Cemal Erkin'in müştereken yaptıkları Konservatuvar Marşı’nın güftesini yazdı. En önemli araştırmalarından biri olan “Kabusname” ilk defa 1944’te yayımlandı. Bu kitap, Emir Unsurü'I-Meali Keykavus'un 1082 yılında, oğlu Giylanşah için "Nasihat-name" türünde yazılmış bir eserdir. 1944 yılında konservatuvar müdürü iken okul arkadaşı Nihal Atsız’ı evinde misafir etmesi üzerine “Irkçılık-Turancılık davası" nedeniyle görevine son verildi, tutuklanarak İstanbul’a gönderildi, işkence gördü. On bir ay süren tutukluluk ve yargılanma sürecinin ardından beraat etti ve öğretmenlik mesleğine geri iade edildi. Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik (1947-1951), Londra kültür ateşeliği ve öğrenci müfettişliği (1951-1954), İstanbul (Çapa) Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik (1954-1959) görevlerinde bulundu. 1957’de “Katip Çelebi Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri” adlı kitabını yayımlayan Gökyay, büyük önem verdiği Katip Çelebi’nin eserleri üzerinde çalışmalarını onun "Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar" ile "Mizanü'l-Hakk fi ihtiyari'l-Ahakk" adlı eserlerini çağdaş Türkçe ile yayınlayarak sürdürdü. 1959-1962 yılları arasında Londra’da bir okulda Türk dili ve edebiyatı okutmanı olarak çalıştı. 1962'de Türkiye'ye döndükten sonra Çapa Eğitim Enstitüsü'ndeki görevine tekrar başladı. 1967 yılında yaş haddinden emekli oldu. EĞİTMENLİĞE DEVAM Gökyay, emekli olduktan sonra da eğitimcilikten kopmadı. 81 yaşında tekrar mesleğine döndü; eski görev yeri olan Çapa Eğitim Enstitüsü’nde, Marmara ve Mimar Sinan üniversitelerinde ders verdi. Hayatı boyunca Türk Dili, Nesil, Türk Folklor Araştırmaları, Çağrı, Oluş, Ülkü, Türk Folkloru, Musiki Mecmuası, Türk Dili, Tarih ve Toplum gibi dergilerde eleştiriler yayınladı; eleştirilerini 1982’de “Destursuz Bağa Girenler” adlı bir kitapta topladı. ABD’deki Princeton Üniversitesi, 1984’te iki ciltlik bir eser hazırlayarak ona ilk bilim armağanını sundu. 1988’de Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi’nin 6. ve 7. sayıları “Gökyay'a Armağan” olarak çıktı. 1989’da İstanbul Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktorluk diploması verdi. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanı ile ödüllendirildi. Değerli kitaplardan oluşan kütüphanesini 1984’te kurulan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Kütüphanesi’ne bağışladı. Prof. Dr. Günay Kut, onun eserlerini “şiirleri, makaleleri, telif kitapları ve çevrileri” olarak dört bölümde inceledi. Bu çalışma, 1989’da yayımlandı. Yetmiş yılık öğretmenlik hayatında binlerce öğrenci yetiştiren Orhan Şaik Gökyay, 2 Aralık 1994 tarihinde öldü ve cenazesi ertesi gün Üsküdar'daki Nakkaştepe Mezarlığı'nda toprağa verildi. Yaşamı boyunca yalnızca beş şiirini Türkçe ve İngilizce olarak 1976’da yayımlamış olan şairin şiirleri ölümünden sonra “Bu Vatan Kimin” adı altında kitaplaştırıldı (1994). 2001 yılından bu yana eşi Ferhunde Gökyay ve öğrencisi Kudret Ünal tarafından “Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü” verilmektedir. 2002 yılında Rıdvan Çongur ile Nail Tan’ın hazırladığı "‘Bu Vatan Kimin?’ şairi, yazar Orhan Şaik Gökyay” adlı kitap yayımlandı. Doğum yeri olan İnebolu’da ismi bir sokağa verilmiş ve büstü yerleştirilmiştir. BU VATAN KİMİN? Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir. Tutuşup kül olan ocaklarından, Şahlanıp köpüren ırmaklarından, Hudutta gaza bayraklarından Alnına ışıklar vuranlarındır. Ardına bakmadan yollara düşen, Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan, Huduttan hududa yol bulup koşan, Cepheden cepheyi soranlarındır. İleri atılıp sellercesine Göğsünden vurulup tam ercesine, Bir gül bahçesine girercesine Şu kara toprağa girenlerindir. Tarihin dilinden düşmez bu destan, Nehirler gazidir, dağlar kahraman, Her taşı yakut olan bu vatan Can verme sırrına erenlerindir. Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil, Bu sevgi bir kuru ifade değil, Sencileyin hasmı rüyada değil, Topun namlusundan görenlerindir.