Yağmurlu bir pazar akşamı… Aylardan ocak… Kış, en tatlı halini yüzüme vurduğu sert rüzgârla hissettiriyor. Aklıma gelen derin düşünceler, yürümek biraz rahatlatır düşüncesiyle beni sahile atıyor. Yürürken etrafımı gözlemliyorum… el ele tutuşup birbirine sevgiyle bakan sevgililer, ailesiyle dışarı çıkan küçük çocuklar, elinde renkli balon tutan bebekler ve ben…Yürüyorum… hem de yalnız… uzun süredir yalnız yürümediğimi ve bunu ne kadar özlediğimi fark ediyorum. Tıpkı çocukluğumdaki kış gecelerini özlediğim gibi…
Çocukluğum geliyor aklıma… okuldan eve gelmek için can atışım, ödevlerimi bir an önce bitirme telaşım, akşam olunca televizyonun başına geçişim ve pişirilmek üzere çizilen çıtır çıtır kestaneler… Kestaneleri elimde tutup soymaya çalışırken hissettiğim sıcaklık… Yağan yağmurların cama vururken çıkardığı sesler… bir yandan o sesi dinlerken bir yandan yapılan tatlı sohbetler…
İlkokul arkadaşlarımı düşünüyorum sonra… Acaba şimdi ne yapıyorlar? Hangi şehirde yaşıyorlar? Hangi konumdalar? Onlar da beni düşünüyor mu diye içimden geçiriyorum. Sonra bir tebessüm beliriyor yüzümde… Neden düşünsünler ki diyorum… Herkes kendi hayat telaşına düşmüştür beni kim aklına getirsin ki diyorum ve adımlarımı hızlandırıyorum. O esnada şiddetli bir gök gürleme sesi işitiyorum. Adeta, beni geçmişten koparıp bugüne gelmem için sarsan bu mucizevi sesle birlikte akşam karanlığı saniyelik de olsa aydınlanıyor.
Bir çiçekçinin önünden geçiyorum. En sevdiğim çiçek kokusu olan nergis kokusu geliyor burnuma. Derin bir nefes alıp o muhteşem kokuyu içime çekiyorum. En sonunda dayanamayarak bir demet nergis alıyorum kendime. Yaptığım bu jest şımartıyor beni ve gülüyorum. “Eğer bir şey seni mutlu ediyorsa onu mutlaka kimsenin sana yapmasını beklemeden sen yap” sözünün anlamını iyice idrak ediyorum. Kendimle baş başa kalmanın verdiği hazza erişiyorum. Nergisin kokusunu içime çekerken kapanan gözlerim beni tekrar çocukluğuma götürüyor…
Evimizin önündeki boş arazide arkadaşlarımla oynadığım oyunlar, oyun bitiminde araziden topladığım çiçekleri eve koşa koşa gelerek içi su dolu vazoya koyuşum, o güzelim çiçekler solana kadar onları her gün hayranlıkla izleyişim ve soldukları zaman üzülüşüm… Aklıma gelirken içimi cız ettiren çocukluk anılarım… Büyümenin verdiği sancılı süreç… Evet sancılı süreç diyorum. Çünkü biz çocukken her şey daha güzeldi, biz daha masumduk. İnsan ilişkileri daha samimiydi. Sevdiğine ulaşmak daha zordu, zor olduğu ve emek istediği için daha güzeldi. Büyümek bazı açılardan işte bu yüzden kötüydü. Çocuk zihinlerimizdeki saflığın yerini bazı kötü insanların çevirdiği oyunlara tanıklık eden beyinlerimiz aldı. Mutluluk yerini büyüdükçe çözemediğimiz sorunlarımızın yerine dayanmaya çalışan acı tebessümlere bıraktı. Yıpranmışlık ve tükenmişlik adeta bir yaşam tarzı halini almaya başladı. Sonra elimdeki nergisi yanımdaki banka bırakıyorum ve oturuyorum. Gözlerimi açıp şu soruyu soruyorum kendime: Biz büyüyünce ne değişti?