Bir ben mi rahatsız oluyorum?

Doğduğum, doyduğum, canım kadar sevdiğim, kaygılandığım, sevindiğim, yaşadığım İzmir’imin nüfusu 4 buçuk milyonun üzerinde. Tarihi 10 bin yıla gidiyor, yüzlerce medeniyet ya kurulmuş ya da üzerinden g...

Abone Ol
Öyle kimse çıkıp da “ben saf Türk’üm, Kürdüm, Lazım” falan diyemez. Hepimizin aile geçmişinde net Anadolu genleri baskın. Yediğimiz yemeklerde geçmiş asırların, artık olmayan kültürlerinin etkisi var. Rum’dan Yahudi’ye, Ermeni’den Arap’a, Hollandalı’dan İngiliz’e tüm mutfakların etkisi var. İnançta da farklılıklara rağmen ortak nokta çok. Doğumdan ölüme gelenekler hep benziyor birbirine. Yani İzmir hala pek çok uygarlığın izlerini yaşatıyor yaşamında. Onca işgal, yangın, katliam, asimilasyon, kıtlık İzmir’in doğasındaki farklılığı sona erdirememiş. Bugün bu kadar sosyal yanlışın yaşanmasına rağmen İzmir inat ve ısrarla özgür, hoşgörülü, rahat yüzünü güneşe döndürüyor. Ama… İşte o “ama” … İzmir’de her geçen gün azalan “birliktelik” … İzmir’i İstanbul’un “köhne karakterine” ve hatta kibrine bağlamaya uğraşan, aslında pek zavallı, karakter yoksunu ve kadim İzmir’e ihaneti çağdaşlık sayan bir güruhun kemirmesi, kanını emmesi fark edilmiyor. Lafı nereye getireceğim biliyor musunuz? Soruyorum şimdi. İzmir’in “basınsızlığı” bir beni mi rahatsız ediyor? Bir ben mi hatırlıyorum 15 – 20 yıl önceki “olması gereken” renkliliği? İzmir’de şu an neden televizyon kanalı yok? Neden İzmir’in sesini dünyaya ulaştıran radyo yok? Neden İzmir’in günlük gazeteleri evlere girmiyor? Kahvehane masalarında yok? Neden bunu tartışmıyoruz da etkisi olmayan anılarla “ahlanıp vahlanıyoruz”? İnanın artık yazmak da konuşmak da istemiyorum. Hiç mi utanmıyor İzmir’in iş adamları, üniversiteleri, siyasetçileri? Hemen dibimizdeki Manisa’da, “Manisa’yı haykıran” ekranlar varken, biz İzmir’de “web tv” ile boş havaya giriyoruz? 20 yıl önce kaç tane yerel, bölgesel televizyonu vardı İzmir’in… Sokaklardan vatandaşın hal-i pürmelalini yansıtan muhabirler vardı… Şimdi? Bir daha soruyorum İzmir’in siyasetçi ve iş adamlarının içinde, İzmir’i İstanbul’un ekranlarında konuşmaya utanan kimse yok mu? Bunların içinde İstanbul kanallarının her fırsatta İzmir’i aşağıladıklarını, yok saydıklarını, avam gördüklerini “gören” gerçekten yok mu? Hatta mesleğe İzmir’de başlayıp, İstanbul’da parlayan ekran yüzlerinin, köşe yazarlarının hangisi İzmir için bir mücadele içinde kalem oynattı, çene yordu? Eftal Sevinçli hocamızın “İzmir Basın Tarihi” kitabını okurken yüreğim sıkışıyor, sinirlerim boşalıyor. “Kurtuluş ve Kuruluş’un” onurlu kenti İzmir’in bu “basınsızlığı” neden kimsenin dikkatini çekmiyor? Neden mevcut İzmir basın güçleri kendilerini üç bin baskı, 60 – 70 izleyenli sosyal medya yayınlarıyla kandırıyor? Gerçekten soruyorum İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin görevi, sorumluluğu nedir? Üniversitelerde “basın mensubu” yetiştiren hocalar, öğrencilerine hangi dersleri hangi ideal için veriyor? Ya da şunu da sorayım, “gazeteci” kime denir? Sosyal medya üzerinden “canlı yayın” yapan herkes “gazeteci” olur mu? Her internet sitesi kuran “gazeteci midir”? Deformasyon yasasından önce konuşulacak “basın sorunları” yok mu? Neden İzmir’in sorunlarını, İzmir dışından adamlara konuşturuyoruz? Hele de Avrupalılar? Yahu Avrupa’nın, ABD’nin İzmir ve Türkiye basınını ciddiye ve dikkate aldığına gerçekten inanan var mı? O çok izlendiği iddia edilen sosyal medya yayıncılarının ardında bazı dış vakıfların olduğunu reddeden var mı hala? İzmir’de hali hazırda çok başarılı gazeteciler var. Ama ya patronların ya da kendilerinin “otokontrol” yetenekleri “otosansüre” dönmüş durumda. Gazetecilerin gazetecilik muhatapları halktır. Ama şimdilerde hep güç ve irade sahipleri “muhatap” oldu. Peki kadim sorumluluk nerede? Bugünlerde İzmir’de birkaç “hareket” duyuyorum. Yok TV kanalı kuruluyor, yok müthiş bir web TV kuruluyor… Peki neden? Nasıl kuruluyor? Yaklaşan genel ve yerel seçimler için mi? Bir ya da birkaç “paralı” siyasetçiyi “parlatmak” için mi? Bu konuya Cuma da devam edeceğim… Yaşım olmuş 55, daha yazsam hedefim beş yıl… Ama ben televizyon habercisiyim. İzmir’de doğdum İzmir’de ölmek istiyorum. Kusura bakmayın ama İzmir’i de mesleğimi de mahvedenlere karşı hiç de iyi niyetli değilim. Hele akıllarınca “gizli” işler çevirenlere karşı da susmaya niyetim yok. En azından onlara “bir dönün de aynaya bakın” diyeceğim! Bakalım cuma gününe ne yazacağım? EBSO ÖNCE “İZMİR’İ” ANLATSIN DA DUYALIM! İş dünyasının örgüt seçimleri oldum olası ilgilendirmez beni. Sadece İzmir’in iş insanlarının “İzmir aidiyetlerini” sorgularım. Ama üzülerek yazmalıyım ki EBSO da İZTO da ciddi aidiyet sorunları yaşıyor. İzmir’in ruhu, geleneksel yapısı, kültür ve tarihi mirası İzmir iş dünyası için zerre önem taşımıyor. Binlerce yıllık Kemeraltı’nı aşağılayıp, Üçkuyular’daki köhne İstanbul kokan iğrenç beton yığını AVM’yi alkışlayan iş dünyasına ben sadece “Allah ıslah etsin” derim. İki isim benim için önemli çünkü ikisini de rahmetli babalarının İzmir aşklarını iyi biliyorum. Biri Ender Yorgancılar diğeri Mahmut Özgener. İkisi de İzmir’in sokaklarını, havasını, dünden bugüne aşağıya inişini, yukarı çıkışını, fuarını “bugün” öğrenmediler. Lakin son yıllarda özellikle AKP hükümetinin, ülkenin genleriyle oynaması başta iş dünyasının aklını karıştırdı. İzmir’i siyaset açısından ele geçiremeyen AKP, iş dünyası örgütleri üzerinde özellikle de Binali Yıldırım sempatikliğiyle hâkim olmaya çalışıyor. Başarılı da oldu. Çünkü karşısındaki blok çoğunlukla masonik birlikteliklerle, halktan uzak ve aristokratik, “Çeşmeci” bir anlayışı yaşattı 1950’den itibaren. Hani bazı bazı bu “kendini beğenmiş” kitlenin Binali Yıldırım grubundan yediği şamarlara seviniyorum ama içim rahat olmuyor. EBSO seçimlerini tam da tahmin ettiğim gibi Ender Yorgancılar kazandı. Meclis başkanı da bir “muhterem” oldu. Adını yazmayacağım zira İzmir basınına, yine adını yazmaktan imtina ettiğim CHP Genel Merkez yöneticisi gibi, büyük saygısızlık etti. Başkan adayı şahsın söylediklerinden hoşlanmayan bay meclis başkanı tuttu, basını dışarı çıkardı. Ve bu bence yanlış ötesi davranış İzmir Gazetecileri Cemiyeti’nin dahi tepkisini çekmedi. Bahane ve mazeret ne olursa olsun, seçimden sonra ilk meclis toplantısında bu davranış İzmir ruhuna asla yakışmadı. Anlaşılan o ki, İzmir’de “iş dünyasını” daha çok yazacağım. Ama bu “eski monşerler” şunu iyi bilsin ki, yolları yol değil… Karar verdim cuma günü de devam edeceğim. Bir de İZTO’ya bakalım değil mi? İYİ PARTİ’DE BAŞKAN ADAYI BİR KARDEŞİM… Henüz konuşmadım ama 2003’ten beri yakından tanıdığım, kardeş gibi sevdiğim Emre Eryıldıran İYİ Parti İzmir İl Başkan adayı olacakmış. Basından öğrendim. Belki bu hafta kendisiyle de konuşurum. Eğer doğruysa çok yakışır. Beyefendiliği, İzmir’e aşkı, insan ve doğa sevgisi, ayrımcılığa karşı oluşu ve gençliği ile İzmir’de İyi Parti’yi halkla daha ciddi bütünleştirebilir. Cuma’ya kadar görüşürsem, ayrıntılı yazacağım. Ama Emre “iyi” bir kardeşim ve İYİ Parti’ye “iyi gelir!