A. Buğra TOKMAKOĞLU/EGE TELGRAF- Batı Avrupanın en zengin ve yüksek refah seviyesine sahip ülkelerinden biri olan Belçika, Türkiye’den 3-3.5 saatlik uçak yolculuğu ile ulaşılabilen bir destinasyon. Avrupa Birliği’nin idari merkezi olarak kabul edilen başkent Brüksel, aynı zamanda birçok uluslararası kurum ve kuruluşa ev sahipliği yapıyor. Belçika’nın yüzölçümünün küçük olması ülkedeki farklı şehir ve kasabaları keşfetmek isteyenler için muhteşem fırsatlar sunuyor. Tren, otobüs, araç kiralama gibi seçeneklerle birkaç saatlik mini yolculuklarla Belçika’nın farklı kasabalarını keşfetme imkanına sahipsiniz. Türk vatandaşlarının Belçika’ya yapacakları seyahatlerde Schengen vizesi almaları gerekiyor. Yeşil pasaport sahipleri ise 90 günü aşmayan seyahatlerinde vizeden muaflar.

BELÇİKA KASABALARI

Dinant: Dinant pırıl pırıl akan Meuse Nehri’nin hemen kıyısında, başkentin 65 kilometre güneyindeki Namur bölgesinde yer alıyor. Han mağaraları ve Grotto, Dinant’ın en fazla turist çeken doğal güzellikleri. Mağaralardan bazıları gerçekten Avrupa’daki benzerlerinden çok daha büyük ve çok daha güzel. Ve hatta vahşi yaşam koruma alanının içinde doğal bitki örtüsü ve florayla o kadar güzel bütünleşmiş ki görmeden geçmek çok yanlış olur. Şehri temsil eden yapı ise Notre Dame Kilisesi. Kilise orijinaline bağlı kalınarak tekrar yapılmış bir eser olsa da halen devasa boyutları ve güzelliği ile göz alıcılığını koruyor. Aynı şekilde restorasyon yapılan kale de şehri tepeden gören çok güzel bir noktada bulunuyor. Leuven: Dünyadaki en eski katolik üniversitesine ev sahipliği yapan Leuven’de yaşayan 100 bin kişinin yaklaşık 35 bini öğrenci ve bu genç kesim şehri çok canlı ve dinamik tutmayı başarıyor.   Şehirde oldukça uzun olan sokaklar birçok ilginç dükkân ve galerilerle dolu. Şehrin tarih kokan bölümlerinde ise St. Peter Kilisesi’ndeki Belfry Çanı ve Grand Beguinange yer alıyor. Leuven’deki Grote Market’e giden ziyaretçilerin yapabilecekleri çok fazla şey bulunuyor. Belediye binası gibi yerlerin muhteşem restoranlara, kafelere ve barlara komşu olması gerçekten çok hoş bir görüntü. Şehrin konumu o kadar güzel ki Brüksel gibi bir şehre çok güzel bir alternatif olarak karşımıza çıkıyor. Ülkenin geri kalanını ziyaret etmek için burasını merkez olarak belirleyebilirsiniz. Ardennes Bölgesi: Yürüyüş yapmak, bisiklete binmek ve kamp yapmak için Belçika’ya gelen ziyaretçilerin mutlaka gitmesi gereken yer Ardennes. Ardennes’in muhteşem ormanları, mağaraları ve doğal güzellikleri doğa severlerin gözdesi. Yaban domuzlarına, geyiklere ve vaşaklara ev sahipliği yapan bu doğal güzellik diyarında Han-sur-Lesse Mağaraları, Bouillon Kalesi ve modern Barvaux Labirenti gibi çok güzel yerler de bulunuyor. Namur şehri hem Ardennes’e yakın hem de görülecek birçok yeri olduğundan buraya günübirlik seyahat için kalınabilecek bir yer. Mons: Belçika’nın güneybatısında, Fransa sınırına yakın bir bölgede yer alan Mons, Van Gogh’un evinin bulunduğu kent. Hainaut bölgesinin başkenti Mons’ta ilk durak şehrin büyülü Belfry çanları. 80 metre yükseklikteki kulesi, kıvrımlı sokakları, muhteşem mimari örnekleriyle her ziyaretçi için tam bir görsel şölen demek yanlış olmaz. Göze ilk çarpan binalar ise gotik tarz yapısıyla Belediye Binası ve olağanüstü güzellikteki 16. yüzyıl Jacques Du Broeucq heykellerinin müthiş örneklerinin bulunduğu St. Waudru Kilisesi. Doğal olarak buraya kadar geldiyseniz muhteşem eserlerin sergilendiği Van Gogh’un evini de görmeniz gerekiyor. Antwerp: Antwerp ya da Antwerpen, Belçika’nın modern yüzünü yakalayabileceğiniz bir merkez. Brugge, Gent ya da Brüksel gibi tarihi geçmişin günümüze korunarak taşınamadığı şehir denize kıyısı olmayan Belçika’yı kanallar aracılığıyla Kuzey Denizi’ne bağlayan önemli bir liman kenti. Dünyadaki ham elmasın yüzde 70’inden fazlasının işlendiği mücevher merkezi olan Antwerpen, geçmişte Afrika ile Avrupa arasındaki ticari bağlantıların son durağı özelliğini taşıyordu. Afrika’dan getirilen değerli madenler, kakao ve kahve gibi zenginlikler Avrupa’ya Antwerp Limanı’ndan giriyordu. Zengin kültür sanat yaşamının olduğu şehirde Peter Paul Ruebens’in barok dönemi eserleri ve Plantin Morteus Müzesi mutlaka görülmeye değer. 1351 yılına ait mimari eserlerden olan Meryem Ana Gotik Katedrali ve St. Paul Katedrali’ndeki barok ve gotik mimarisinin efsanevi birleşimi de mutlaka görülmeli.
Editör: TE Bilisim