Baykurt’un “başındaki kargalar” ve bir Antalya hikayesi
Fakir Baykurt’un meşhur fotoğrafını kim çekti. Antalya’da hava neden güzel olmalıydı? Bir edebiyat ustasının yaşadığı...
Fakir Baykurt’un meşhur fotoğrafını kim çekti. Antalya’da hava neden güzel olmalıydı? Bir edebiyat ustasının yaşadığı baskılar ve yurduna özlemine dair Kemal Yalçın’dan notlar okuyoruz
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Fakir Baykurt’u yakın arkadaşı Kemal Yalçın anlattı. Fakir Baykurt’ın başına kargaların konduğu fotoğrafın hikayesini de anlatan Yalçın, Baykurt için “Ustamdı, abimdi” ifadesini kullandı.
Yalçın, Baykurt’un fotoğrafı nı çekme hikayesini de anlatarak, “Fakir Baykurt’un bu kuşlu fotoğrafını, 30 Aralık 1997 günü, İsviçre’de, Platus Dağı zirvesinde çekmiştim. Dr. İsmail Taner’in ziyarete gitmiştik. Yılbaşını beraber geçirecektik. Dr.İsmail Taner ve eşi Daniela, Fakir Hoca’yı, Muzaffer Baykurt’u, beni ve oğlum Şafak’ı Platus dağı zirvene çıkarmışlardı. Hava çok soğuktu. Kargalar Fakir Hoca’nın başına konuyorlardı. O an bu fotoğrafı çekmiştim” sözlerine yer verdi.
11 Ekim 1999 tarihinde, Essen Üniversitesi Kliniği’nde, pankreas kanseri nedeniyle vefat eden Baykurt’u hastaneye Binali Bozkurt ile birlikte götürdüklerini anlatan Yalçın şunları anlattı, “Binali Bozkurt’un evinde rica etti: ‘Senem Hanım, bir yoğurt çorbası yap da şifa niyetine yedikten sonra hastaneye gidelim,’ demişti. Senem Hanım, Fakir Hoca’nın çok sevdiği kekikli yoğurt çorbasını severek yaptı. Çorbalarımızı içtik, yola çıktık. Acilden Essen Üniversitesi Kliniği’ne giriş yaptık. Doktorlar ilk muayenede durumu bize söylediler. “Ya dört gün, ya 40 gün yaşayabilir, hazır olun!’ dediler. 40 gün yaşayabildi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun!
Fakir Baykurt benim ustamdı, hocamdı, ağabeyimdi, yol göstericimdi, okuldaşımdı. Fakir Hoca, benden 23 yaş büyüktü. O, Isparta Gönen Köy Enstitüsü’nde okumuştu. Bizler onların inşa ettiği yatakhanelerde yatmıştık. Onların diktiği meyveleri yemiştik. Biz Gönenliler Fakir Baykurt ile aynı okulda okumanın şerefiyle mutlu oluyorduk. Ben kendime Fakir Baykurt’u örnek almıştım.
Hayat bizi Almanya’da buluşturmuştu. Fakir Abi 1979 yılında Kuzey Ren Westfalya Eyaleti Eğitim Bakanlığı’nın özel daveti ile Türk çocuklarının eğitim sorunlarında danışmanlık yapmak için Almanya’ya gelmişti. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 15 yıl Türkiye’ye gidemedi. Çok büyük hasretler içinde yaşadı. Bu hasretler onu yedi bitirdi. Ben ise 1982 yılında Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmıştım. Almanya’da 13 yıl mülteci, haymatlos olarak yaşamak zorunda kalmıştım. Türkiye hasreti, vatan hasreti Fakir Baykurt ile beni abi kardeş haline getirdi. Fakir Abi bana her konuda destek oldu, yardımcı oldu. Bana yazarlığı, yazmayı öğretti.
Fakir Abi ile 1989 yılı Mart ayında Almanya’da iletişim kurdum. Kendisini, “Dayanışma Girişimi” olarak Bekir Şahin, Tuncer Miski, Mithat Aktaş ile birlikte Bremen’e okuma gününe davet ettik. Okuma günü, Neue Vahr Mahallesi Kitaplığı’nda yapıldı. Fakir Hoca ile iki gün beraber oldum.
Bu beraberliğimiz zamanla gelişti. Benim açımdan, aramızda usta çırak ilişkisi oluştu. 1989’dan, aramızdan ayrıldığı 11 Ekim 1999’a kadar sık sık görüştük. Birlikte yolculuklar yaptık. Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu üyesi olarak sekiz yıl, Duisburg Halk Yüksek Okulu Edebiyat Kahvesi üyesi olarak da on yıl Fakir Baykurt’un yönettiği edebiyat işliklerinde yer aldım. Öğrencisi oldum. Şimdi birlikte olduğumuz zamanların anıları geliyor gözümüzün önüne!
Fakir Baykurt’un 15 yıllık hasretten aradan sonra Türkiye'ye gidişi
Fakir Baykurt ile Hanımı Muzaffer Baykurt'u, 23 Haziran 1994 günü Düsseldorf Havaalanı’na ben götürmüştüm. İkimiz aramızda parolamızı belirledik! Sağ salim Türkiye’ye varır, polis kontrolünden geçerse, telefonda bana ‘Antalya’da havalar güzel!’ diyecekti!
O heyecanlı günün notları aynen şöyle:
‘Fakir Baykurt’u, Türkiye sınır kapılarında hakkında tahditler olup olmaması epeyce meşgul etti. Mustafa Ekmekçi, Avukat Halit Çelenk, Avukat Halis Yıldırım Türkiye’ye giriş ve çıkışta Fakir Baykurt’un başına bir iş gelmemesi için yardımcı oldular. Dikkat çekmemek için Antalya’dan giriş yapmaya karar verdi.
Türkiye’ye dönme öncesinde tedirginliğini, heyecanını çalışarak, kendini çalışmasına vererek gideriyordu. Görünürde hep sakindi. Son günlerini “Özyaşam Öyküleri”nin düzeltmelerine verdi.
Kendini Türkiye’de hem dinlenme hem de yoğun çalışma ve yeni romanlarını planlamaya hazırladı. “Deniz kenarında derin derin düşüneceğim.” diye özetledi düşüncesini.
Duisburg-Homberg’deki evinden, Düsseldorf Havaalanı’na saat 15.00’de hareket ettik. Arabada Fakir Hoca, Eşi Muzaffer Hanım ve benden başka kimse yoktu. Dönüşten kimseye haber verilmemişti. Fakir Hoca 15 yıl aradan sonra Türkiye’ye dönerken herhangi bir törensellik istememişti. Bu nedenle Düsseldorf Havaalanı’na kimse uğurlamaya gelmedi. Dönüşten sadece Ortadoğu Yayınevi Sahibi Hüseyin Çölgeçen ile yayınevi dizgicisi Mehmet Kaya’nın haberi vardı.
İkisi de havaalanına gelmişler. Fakat bizi bulamamışlar.
Aklımdan, Fakir Baykurt’u uğurlamaya beş on arkadaş, yılların dostu gelse iyi olurdu düşüncesi geçti.
Fakir Hoca ile Muzaffer Hanım’ın içinde bulunduğu uçak havalandı, akşam kızıllığın içine daldı, bulutların arasında kaybolup gitti.
Evime döndüm. Merakla gelecek telefonu beklemeye başladım. Gözüme uyku girmedi. Gece sabaha karşı telefon çaldı. Fakir Hoca parolayı verdi:
‘Kemal Abem, yolculuğumuz iyi geçti. Antalya’da havalar güzel.’
Sevgili ve değerli Fakir Abi, Ruhun şad olsun! Mezarın çiçeklensin!
Antalya’da havalar hep güzel olsun!