Başkan adaylarımız vizyon projelerini açıklasın, görelim, oyumuzu ona göre verelim

Abone Ol

Son yıllarda adeta seçim delisi olan vatandaşlar olarak, 31 Mart 2024 Pazar günü yerel yönetim seçimleri için yine sandık başına gideceğiz. İllerde ve ilçelerde beş yıl süre ile görev yapacak belediye başkanları, belediye meclislerinde görev alacak üyeler ve muhtarlar; bir kez daha seçmenin hassas terazisine çıkacaklar. Oylarının ve boylarının ölçüsünü alacaklar. 

Hemen her yerel seçimde, ülkenin merak unsuru olan İzmir’de seçim yarışı henüz kızışmış değil. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışının CHP Adayı Dr. Cemil Tugay ve AKP Adayı Hamza Dağ arasında geçeceği anlaşılıyor. 
Bu yazının kaleme alındığı dakikaya kadar DEM Partisi henüz adayını açıklamazken, DEM’in tutumunun seçimin sonucunun belirlenmesinde anahtar rol üstleneceği kesin.
Adaylık yarışına ilk başlayan İYİ Parti Adayı Prof. Dr. Ümit Özlale ise kendisini ve hedeflerini  anlatmak üzere ilçe ilçe, sokak sokak geziyor. 
Tüm adayları, bugüne kadar sergiledikleri centilmence ve düzeyli siyasi yarış için kutlamak gerek. 
31 Mart yerel seçimlerinde oyumuzu aslında bir kişiye değil, bir kadroya vereceğiz.
Ya da vermemiz gerekiyor diyelim. 
Bunu yaparken de siyasi parti üyesi, müşahit, gözlemci diye bakmadan; oyumuza ve sandığımıza sahip çıkmamız şart. 
Dikkatli okurlar, Mayıs ayında yapılan genel seçim öncesi kaleme aldıklarımı anımsayacaktır.  
Hiçbir siyasi parti ile illiyet bağı olmayan Oy ve Ötesi’nin gönüllü ekibine katılarak, sandığa ve oylarımıza sahip çıkma mücadelesinde gururla yer almıştım. 
Bu seçimde de vazife bizi bekliyor. 

OYLAR ÇALINABİLİR Mİ? 

Bu sütunlar aracılığı ile bir kez daha, ısrarla ve önemle vurgulamak istiyorum: 
Türkiye gibi kağıtla, imzayla, zarfla, mühür basarak seçim yapılan bir ülkede, “normal şartlar altında” seçim hilesi yapılması olasılığı sıfırdır.
Hem de koca bir sıfır… 
Sandıklara sahip çıkılırsa, oylar doğru sayılırsa, ıslak imzalı tutanaklara hatasız geçirilirse, sonrasında ilçe ve il seçim kurullarında birleştirme tutanaklarında hata yapılmaz ise tek bir oy bile birilerinin hanesine haksızca yazılmaz…
Pekâlâ, ya bu süreçte hata yapılırsa?
O durumda seçimde hile yapılması olasılığı yüzde yüzdür.
Yeter ki zincirin ilk halkası olan sandıklarda hata yapılmasın. 
Zincirin diğer halkalarında bir ihmal ya da hata olsa bile geri dönüşü kolaylıkla mümkün olur.
Mesele, gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklememektedir…
Ve unutmayalım: 
Türkiye, tarihinin en ağır ekonomik krizinin tam göbeğinde bulunurken; adeta ipsiz sapsız mülteci çöplüğüne dönmüşken; bu çöplüğün hızla değiştirdiği demografik yapımız hepimiz için gerçek bir bekâ meselesi haline gelmişken; Merkez Bankası’nın kasası tamtakırken; Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi cari açık, bütçe açığı ve dış ticaret açığında eşi benzeri görülmemiş rekorlar kırarken¸ Türkiye’nin 11 kentinde yaşanan deprem yıkımının maliyeti (resmi rakamlara göre) 104 milyar dolara ulaşmışken…
Hâlâ ekonomiyi ilk gündem maddesi yapmayı başaramamış durumdayız. 
Yoksulluk, geçim sıkıntısı, bir türlü durdurulamayan enflasyon, işsizlik, delik deşik bir kamu bütçesi; adeta kara bir yazgı olarak kabullenilmiş durumda. 
Yaşanan kısırdöngünün kırılması için, yerel yönetimlerin uygulayacakları politikalar, en az merkezi hükümetin sorumlulukları kadar önem taşıyor. 

ÖNCE PROJELERİNİZİ GÖRELİM

31 Mart seçimlerinde oylarımıza talip olan tüm adaylardan, hayatımıza konfor katacak vizyon projelerini beklemek hakkımız olsa gerek. 
Sözgelimi İzmir…
Adeta saç baş yolduran trafik sıkıntısına, altyapı sorunlarına ve hepsinden önemlisi birinci derecede deprem kuşağındaki kentin 600 bin seviyesindeki riskli binalarına çözüm için başkanlarımızın adımları neler olacak? 
Çünkü yaşadığımız durum, bir kişinin aklı, zekâsı ve iradesi çözülebilecek cinsten değil. Hangi  aday kazanırsa kazansın, önünde çok zorlu bir mücadele bulunuyor. 
Bu mücadelenin, alanında en yetkin kişiler tarafından yapılması şart. 
Tüm belediye başkan adaylarımızı, ulusal ve yerel TV ekranlarında buluşmaya, projelerini anlatmaya, kadrolarını açıklamaya ve biz seçmenlerin merak ettiği sorulara cevap vermeye davet ediyorum. 
Artık sizleri bu medeni cesaretiniz ile görmek ve değerlendirmek, seçimimizi buna göre yapmak istiyoruz…
 
+++++

İZMİR’DE RÜZGÂR ENERJİSİ SEKTÖRÜNÜ İLGİLENDİREN İKİ ÖNEMLİ GELİŞME VAR

 Yenilenebilir ve temiz enerjinin başkenti olan İzmir, çok yakında muhteşem bir projenin yaşama geçmesine tanıklık edecek. 
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü bünyesinde kuruluş çalışmaları süren ve kısa adı RÜZMER olan “Rüzgâr Enerjisi Meteorolojisi ve Çevresel Uygulama ve Araştırma Merkezi” hizmete girmek için adeta gün sayıyor. 
2022 yılı Kasım ayında kuruluş çalışmaları başlayan ve İzmir Kalkınma Ajansı’nın (İZKA), Güdümlü Proje kurulum desteğini alan merkezin en önemli işlevi, rüzgâr endüstrisinin ihtiyaç duyduğu ve şu anda yurt dışında yapılan bazı test ve analizlerin İzmir’de yapılmasını sağlamak olacak. 

GELİŞMİŞ TEKNİK ALTYAPI

Bunun için son derece gelişmiş bir laboratuvar ve araştırma alt yapısını barındıracak RÜZMER’İN birkaç ay içerisinde hizmete alınması hedefleniyor. Toplam yatırım tutarı 40 milyon TL’yi aşan merkez; Rüzgâr Enerjisi Meteorolojisi, Malzeme ve Çevre laboratuvarlarından oluşacak. Öncelikle Türkiye rüzgâr enerji sektörünün faaliyetlerine destek olarak ilerleyen süreç içerisinde gerekli akreditasyonları da alarak uluslararası bir merkez olmayı da hedefliyor RÜZMER…
“Türkiye’de güzel işler de oluyor” cümlesinin karşılığı olan RÜZMER’in İzmir’de kuruluyor olması, rüzgâr enerjisi sektörü için de yaşamsal önemde. 
Bu sektörde dünya ölçeğinde bir kümelenme başarısı gösteren İzmir, tek başına Türkiye’deki rüzgar enerjisi kurulu gücünün yüzde 15’ine ev sahipliği yapıyor. 
İzmir-Manisa-Balıkesir üçgeni düşünüldüğünde; Türkiye’deki RES kurulu gücünün üçte biri bu üçgenin içerisinde yer alıyor. 

ALİAĞA’DA DRES ÖLÇÜMÜ BAŞLADI

RÜZMER projesinde el ele veren İYTE ve İZKA, Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan bir diğer çalışmayı da olgunlaştırıyor. Geçen Temmuz ayında “Denizüstü Rüzgâr Ölçümü Projesi” kapsamında Aliağa açıklarındaki Küçük Ada’ya 40 metre uzunluğunda bir denizüstü rüzgâr ölçüm direği dikilmişti. Direğin üzerinde bulunan hassas sensörler sayesinde bölgenin rüzgâr kapasitesiyle ilgili veriler toplanmaya devam ediliyor. Veri toplama sürecinin iki yıl sürmesini planlanıyor. Bu sayede yatırımcılara İzmir’de denizüstü rüzgâr santrallerini nereye kurabileceklerine ilişkin ciddi bir bilgi tabanı da ortaya çıkmış olacak. Uydulardan elde edilen veriler gerçek bir ölçümle doğrulanacak ve bu alandaki yatırımcılara yatırım kararları için veri seti sunulacak. 
Her iki projenin olgunlaşmasında ve kuruluşunda emeği geçen tüm kurumlara teşekkür ediyoruz. İzmir’de, özellikle denizüstü rüzgâr enerjisi sektörüne değer katacak bu projelerin taşıdığı önemin altını bir kez daha çiziyoruz. 

+++++

KAÇAK, SAHTE VE TAKLİT ÜRÜNLERDEN KAYNAKLI VERGİ KAYBI 7,2 MİLYAR $

Sigarayı beş buçuk sene önce bırakmama rağmen, market alışverişinde gözüm sigara fiyatlarında artışa takılı kalmayı sürdürüyor. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Basıyoruz zammı, basıyoruz zammı, ona rağmen içiyorlar” dediği sigarada taklit ve kaçağın ulaştığı boyutu duyunca kulaklarıma inanamadım. 
Elimize ulaşan bilgiler, işin “Basıyoruz zammı” demekle bitmediğini, devletin uyguladığı saçma sapan vergi politikasıyla özellikle sigara ve içkide kaçak kullanımın adeta patlama yaşandığını gösteriyor. 

KAÇAK 250 MİLYAR TL

Türkiye’de yatırım yapan şirketlerin oluşturduğu Marka Koruma Grubu’nun (MKG) yayınladığı kaçak, sahte ve taklit ürün ticaretinin ulaştığı boyuta ilişkin rapor da bu verileri doğruluyor. 
Dünyada bu konuda Çin’in ardından ikinci sırada yer alan Türkiye’de yıllık vergi kaybı tam 7.2 milyar dolar. Yani bugünkü kur seviyesi ile 250 milyar TL’ye yaklaşıyor. 
Sorun sadece vergi kaybı ile bitmiyor. 
Türkiye’de kaçak, taklit ve sahte ürün piyasasının büyüklüğü 17.2 milyar dolara ulaşmış durumda. 
Bu rakama tütün ürünleri de eklendiğinde rakam daha da artıyor. 
Ve eminim pek çok okurumun dikkatini, hemen her sigara kullanıcısının elinden düşmeyen puff kullanımı… 
Yapılan araştırmalar, sadece İstanbul’da, 18-50 yaş arası nüfusta puff’ların kullanım oranının yüzde 6,6’ya ulaştığını gösteriyor. 

500 MİLYON $ PUFFF

Bu cihazlarda yakılan küçük sigaraların fiyatları akıl almaz seviyede olduğu için, kullanıcıların pek çoğu bu ürünleri yurt dışından kaçak yollarla getirtiyor. Bu ürünler, daha makul fiyatlara yurt içinde satılsa, devletin ciddi bir vergi kazancı da olacak. Sadece puff tüketimi kaynaklı olarak, yıllık en az 500 milyon dolar vergi kaybı söz konusu. 
Bugün dünya genelinde 1.1 milyar kişi sigara içmeye devam ediyor. Bu oran, dünya nüfusunun yüzde 22,3’üne denk geliyor. Japonya, Amerika ve Birleşik Krallık başta olmak üzere birçok gelişmiş ülke, geleneksel tütün ürünleriyle kıyaslandığında yeni kategori ürünlerin kullanımını kontroller çerçevesinde destekliyor ve bu sayede toplum sağlığı üzerindeki sigara bağımlılığının etkilerini azaltmaya çalışıyor. 
Türkiye’de özellikle genç nüfusta puff gibi yeni kategori ürünlerin kullanımında artış var. Bu ürünlerin sadece lisanslı noktalarda satılması ve doğru regüle edilmesi ile hem kaçak oranı azalacak, hem de piyasada ne olduğu ve hangi ülkeden geldiği belirsiz kaçak ürünleri tüketilmeyecek. 
Millete sigara içirmeme takıntısı, önünde sonunda hem devlete hem de vatandaşın sağlığına zarar veren sonuçlar doğuruyor. 
Bizden söylemesi… 

+++++

HAFTANIN SÖZÜ 

“Mutluyken söz, üzgünken cevap, öfkeliyken karar verme.”

Herakleitos