Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni Agora’nın üzerine yapamaz mıyız?
İzmir’in, özellikle de kent içi turizmine canlılık getirmesi için düşünülen “Anadolu Medeniyetleri Müzesi” projesi, yaklaşık on beş yıldır hayata geçirilemiyor.
Bugün itibarıyla merkezi ve yerel yöne...
Abone Ol
FAZLASIYLA HAK EDİYORUZ
İzmir, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık savaşında ilk ve son kurşunlara tanıklık eden bir şehRİ olarak, böylesi uluslararası çapta bir projeyi fazlasıyla hak ediyor.
Bu noktada konunun taraflarına somut bir öneride bulunmak isterim…
Madem bir müze yerinde bile anlaşamıyoruz, “dünyanın en büyük kent agorası” olan İzmir Agorası’nın üzerinde bu müzeyi neden yapmıyoruz?
Durun, hemen itiraz cümleleri kurmayın…
Yunanistan’ın başkenti Atina’daki Akropol’ün hemen altında yer alan ve Avrupa’nın en fazla ilgi çeken müzeleri arasında bulunan Akropol Müzesi, böylesi bir zekânın ürünü olarak her yıl yüz binlerce turiste ev sahipliği yapıyor.
Bu müzeyi açıldıktan birkaç ay sonra, 2009 yılında ziyaret etmiştim. Sonraki yıllarda iki kez daha ziyaret etme şansı buldum. Müze binası, kazı alanının üzerine özel inşaat ve mimari teknikler kullanılarak “temelsiz olarak” inşa edilmiş. Yapı sadece dev sütunların üzerinde duruyor ve katların büyük çoğunluğunu ABD’de özel olarak üretilen camlar oluşturuyor.
Kentin tam göbeğindeki müzede yürüyüş yollarının büyük bölümü cam olduğu için, ayaklarınızın altında devam eden kazı çalışmalarını da rahatlıkla izleyebiliyorsunuz.
NEDEN BİZDE DE OLMASIN?
Pekâlâ…
Kısa süre öncesine kadar neredeyse ayyaş yatağı olan, son yıllarda eli yüzü düzeltilen Agora'nın üzerinde böyle bir ihtişamlı müze inşa etsek…
Kentin tam ortasında ve ulaşım akslarının kavşak noktasında bulunan İzmir Agorası’nın hemen yanında “tarihe duyduğumuz saygının eşsiz bir göstergesi” (!) olarak yükselen Mezarlıkbaşı Katlı Otoparkı’nı yıksak…
Ayağa kaldırma çalışmaları süren antik tiyatronun eteklerine böylesine mimari bir şaheser kazandırsak…
İzmir kent merkezinde nereye gideceğini bilemeyen turistlere, ülkemizin gururu olacak böyle bir yapı ile ‘Merhaba’ desek…
Fena olmaz mı?
Konak Belediye Başkanımız Sayın Abdül Batur’un, “Agora’nın silüetini bozan Mezarlıkbaşı’ndaki katlı otoparkı yıkacağız” açıklamasını duyunca çok sevindim.
Abdül Başkan, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin anlaşması durumunda sorunun kolaylıkla çözüleceği inancında.
YETER Kİ İSTEYELİM…
Ezcümle…
İzmir’i dünyada bir turizm markası yapacak değerlerin başında gelen Agora, bugünkü inşaat teknolojisi ile rahatlıkla uluslararası bir müze projesine ev sahipliği yapabilir.
Bunun için geçmişte bize çok zaman kaybetttiren yer tartışmalarını bir kenara bırakarak, Hükümet ve İzmir Büyükşehir Beldiyesi’nin el ele vermesi şart.
Kadifekale’nin eteklerine yaslanan tarihi anfi tiyatro, Agora, Agora’nın üzerine inşa edilecek Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve tarihi Kemeraltı Çarşısı…
İzmir, bu entegrasyonla muhteşem bir turizm destinasyonu kazanabilir.
Yeter ki isteyelim…
SÖYLEDİĞİNE KENDİSİ DE İNANMAYAN BİR BAŞKAN…
Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu…
Yaklaşık bir buçuk senedir Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığı koltuğunda oturuyor.
Bana göre oturduğu koltuk, bürokrasinin bir numaralı koltuğu…
Bu görevi ifa eden kişinin yetenek ve yetkinliklerinin, tartışmasız uluslararası düzeyde olması gerekiyor.
İç ve dış piyasalara, finans sektörüne, iş dünyasına, yatırımcılara ve elbette sokaktaki vatandaşa güven vermesi; söylemlerinin ağırlığının olması, ortaya koyduğu hedeflerin inandırıcı olması ve o hedeflerin gerçekleşmesi gerekiyor.
Pekâlâ öyle mi?
Maalesef hayır…
28 Temmuz günü yılın ikinci Enflasyon Raporu için ekonomi basınının karşısına geçen Şahap Bey’i baştan sona izledim.
10 DAKİKA SONRA TAM TERSİ
Konuşurken ve kendisine sorulan sorulara cevap verirken sürekli önünde yer alan konuşma metinlerine bakan Kavcıoğlu, aynı basın toplantısında on dakika içinde birbirine yüz seksen derece zıt açıklamalar yapıyor…
Enflasyon Raporu sunumunda bu yılın Ekim ayında enflasyon oranında yüzde 80-90 bandında zirvenin görüleceği yazıyor ve bu durum dikkatli gazetecilerin gözünden kaçmıyor.
Soruyorlar sayın Başkana:
“Yıl sonu enflasyon tahmininizi yüzde 42,8'den yüzde 60,4'e çıkardınız. Yılın kalan üç ayında yüzde 30’luk enflasyon düşüşünü nasıl sağlayacaksınız”
Başkandan inci gibi cevap:
“Benim öyle bir beklentim yok”
Bu cevabı veren kişinin ya samimiyetsiz ya da kamuoyunun önüne çıkmadan önce sunumu görmemiş olması gerekiyor.
ZAMANI NE ZAMAN GELECEK?
Soruyorlar sayın Başkana:
“Liralaşma stratejisi çerçevesinde gerekirse sert önlemler alabileceğinizi söylediniz. Bu önlemler ne olabilir.”
Başkandan inci gibi cevap:
“Zamanı gelince açıklarız.”
Soruyorlar sayın Başkana:
“CDS (yani ülke iflas risk parametresi) seviyesi 908 ile tüm zamanların rekorunu kırdı. Bugün 900’ün altına inse de hala savaş halindeki Rusya’dan sonra ikinci ülkeyiz. Bu seviye sizi rahatsız etmiyor mu?”
Başkandan inci gibi cevap:
“Ben Türk bankacılık sisteminin bu seviyeyi hak ettiğini düşünmüyorum.”
Meslektaşımız zaten bankacılık sistemine özgü bir soru sormuyor ama olsun. Sayın Başkan bu şekilde cevap vermek istiyor…
Aynı basın toplantısında, aynı kişinin ağzından birkaç dakika arayla işitilen bir yığın çelişki…
Sayın Kavcıoğlu’nun akademik kariyerine kuşkusuz saygımız var.
Bu toplantıdan çıkan sonuç, Merkez Bankası’nın tahmin edilenden de daha kötü ve felç durumda olduğunu gösteriyor.
“İNGİLİZCE BİLMİYOR”
Ancak Ankara’daki ekonomi muhabiri dostlarımızdan kulağımıza çalınanlara göre, sayın Başkanın İngilizcesi’nin çok yetersiz olduğu, sokak İngilizcesinden öteye geçemediği için yabancı sermaye kuruluşları ile Türkiye’de ve yurt dışında yapılan toplantılara mümkün olduğunca katılmadığı söyleniyor.
Sayın Başkanın ortaya koyduğu manzara maalesef iyi değil.
Hem de hiç değil.
Bu manzara iş dünyasındaki karamsarlığı artırırken, ekonomi yönetiminde yer alan bürokratların profillerindeki liyakat çıtası hakkında ayrıntılı fikir veriyor.
Ekonomi gazetecilerinin haberlerinde Merkez Bankası Başkanı tanımlanırken “Paranın Patronu” benzetmesi yapılır.
Bizim “patron” Sayın Kavcıoğlu’nun Enflasyon Raporu toplantısından bir gün sonra İstanbul Sanayi Odası Meclisi’nde yaptığı konuşma bana göre eşik noktası olmuş durumda.
Kavcıoğlu’nun sorulara verdiği yanıtlarda iş dünyasını zımnen “stokçu” olarak suçlaması, İSO Başkanı Sayın Erdal Bahçıvan’ın bu suçlamaya verdiği sert cevap, iş dünyasında “korku duvarı”nın aşılmakta olduğunun da bariz bir göstergesi…
Türk basınının en popüler kalemlerinden biridir Hıncal Uluç…
Sadece biz Galatasaray taraftarlarının dikkatle izlediği spor yorumcusu ve yazarı değil, aktüel köşe yazılarına yepyeni bir tarz getiren, bu tarzı matbuata adeta kabul ettiren bir gazetecidir.
Yazılı basında tabuları yıkan tarzların, spor basınında en başarılı projelerin altında onun imzası vardır. Beğenelim beğenmeyelim, düşüncelerine katılalım ya da katılmayalım bu hak teslimini yapmamız icap eder.
Hıncal ağabey ile 2010 yılında yaptığımız söyleşide, bu yöndeki tüm düşüncelerimi kendisi ile paylaşmış, tahminlerimin çok ötesinde bir hoşgörüye sahip olduğunu görmüştüm.
Bilgi ve yoruma dayanmak şartı ile aklınıza gelen her soruyu sormanıza olanak tanıyan, samimiyetle cevaplayan muhabbet ehli bir meslek büyüğüm ile karşı karşıya idim.
“Ağbi”si ve benim meslek ustam Öcal Uluç arasında şaşırtıcı benzerliğin, sadece o meşhur kahkahalarından ibaret olmadığını, derin bir entelektüel birikimin sahibi olduğunu da gözlemlemiştim.
Elbette hiç katılmadığım, hatta kızdığım yorumları vardı.
Ancak bu durum onun adeta “gazetecilik için yaratılmış” bir adam olduğu gerçeğini değiştirmezdi.
Mülkiye’den arkadaşları ülkenin bürokrasi ve diplomasi koridorlarında dolaşırken onun gazeteciliği seçmesi boşuna değildi.
CAN DERDİNDE
83 yaşındaki Hıncal ağabey son aylarda ciddi sağlık sorunları ile boğuşuyor.
Kedileri beslemek isterken halıya takılıp düşme ve kalça kırığı ile başlayan, bir dizi ameliyat ile devam eden bu sorun yumağı, Uluç’un yoğun bakımda entübe edilmesine kadar ilerledi.
Bu süreçte bir gazetecinin Öcal ağabey ile yaptığı bayram tebriği telefonlaşmasını kaynak göstererek, “Öcal ağabey çok üzgün. Hıncal Uluç yoğun bakımda, ölüm döşeğinde” tiviti atmasından sonra basında bir mavra başladı ki okumaz olaydık.
Sağlığında tartışmaya girmeye cesaret edemeyen bazıları, hasta yatağında canıyla sınanan ve cevap verme olanağı olmayan bir meslektaşlarına hakaret yarışına girdiler.
Hatta “Hıncal Uluç öldü” yalanını özellikle yayarak, -nasılsa artık hiç cevap veremez- düşüncesinden hareketle, vicdansızlık dozunu zirveye çıkardılar.
Bu tavırlarını, iz’ansızca ve insafsızca sürdürdüler.
Günlerce…
GÜZEL HABERLER GELİYOR
Bu insanlık dışılığın zirveye çıktığı saatlerde, 87 yaşındaki Öcal ağabey “Başınız sağ olsun” dileklerine cevap yetiştirmeye çalışıyordu.
Bu durumun kendisini ne kadar üzdüğünün bizzat tanığıyım.
Henüz sekiz ay önce en küçük kardeşi Kemal Uluç’u sonsuzluğa yolcu eden Öcal ağabeyin üzüntüsü katlanarak artıyordu.
Oysa arife gününde yaptığımız telefon bayramlaşmasında Hıncal ağabeyin sağlık durumu ile ilgili tüm detayları anlatmıştı bana…
Ancak bu ağabey-kardeş konuşmasını sosyal medyadan ilan etmek aklıma gelmemişti doğrusu.
Türk basın tarihine geçecek bu hakaret sağanağı, en temel meslek kuralı olan “cevap veremeyecek durumda olan kişiye suçlama yöneltilmez” kuralını da yerle bir ederek kayıtlara geçiyordu.
Yazıklar olsun…
Ve bugün…
Yorgun bedeni bir dizi ameliyatın olumsuz etkisine direnen Hıncal Uluç, okurlarına kavuşmak için adeta savaşıyor.
Başta ailesi olmak üzere sevenlerini sevindirecek haberler geliyor hastaneden…
Meslek büyüğümüz Hıncal Uluç’a acil şifalar derken, en kısa zamanda okurlarına ve kalemine kavuşmasını diliyorum.
HAFTANIN SÖZÜ
İste ama ısrar etme.
Sabret ama katlanma.
Eleştir ama suçlama.
Bağlı ol ama bağımlı olma.
Fedakar ol ama kendini feda etme.
Dünü unutma ama saplanıp kalma.
Şaman Atasözü